4 Aralık 2012 Salı

Bilmemnekaçıncıkez*


 İyi ki diyorum bazen; iyi ki Aralık'ın yaka sıkan havasını aşacağımız şeyler oluyor şu kumrulu memlekette...

18 Kasım 2012 Pazar

breh breh breh

southampton sokağı boyunca çöken 
sarı sisin içinden 
birdenbire lambalı bir meyva arabası çıktı 
ve kesekağıtlarını parmaklayan 
yaşlı bir pasaklı. 
aradığını birdenbire bulan biri gibi 
şaşıp donakaldım. 

hep portakal olsun isterdin hani! 
avuçlarıma sıcağı hohladım 
ve araştırdım ceplerimi. 

tutarken elimde bozuk paraları sıkı sıkı 
fiyatına baktım ve 
düzensiz rakamları gördüm 
bir gazete kağıdına kömürle yazılı, 
bu ara hafiften ıslık çaldığımı bile farkettim, 
ve bir anda baktım acı gerçek apaçık önümdeydi: 
bu kentte sen yoksun ki! 
                                           BRECHT

11 Kasım 2012 Pazar

Üstü Kalsın


 
  Bazı insanların tiyatro için doğduklarını düşünüyordum uzun zamandan beri. Uzun zaman dediysem de tamamen derecelendirme sıfatını unuttuğumdan. "Çok" uzun zamandan beri...
  İlk gittiğim tiyatro oyununu tam hatırlamıyorum, çok ufakken gittiğimi, oyunun ufaklığımla paralel doğrultu da çocuk oyunu olduğunu hatırlıyorum. Bir kral vardı, tahtı ile iyi geçinmeye çalışan... Sadece bu hatırımda kalmış. Ne vardı hemşehrim tipli arama motoru gugıl'a krallı çocuk oyunu yazarsam elime bir şey geçmeyeceğini biliyorum. Her bir şeyi de bilmiyormuş ne vardı hemşehrim isimli gavur arama motoru. Ayrıca her kral tahtı ile iyi geçinmeye, onu memnun etmeye çalışır, bundan değil midir bir tahta parçasına ilgi duya duya kralların ve bilumum yöneticilerin hepsinin tahta kafaya dönüşmeleri?
  Genç diye tabir ettiğimiz yaş grubuna mensup olduğumda tiyatro ile daha haşır ve neşir olmaya karar verdim; insanlar sahne tozu diye bir şey yutuyor, sahnede Hamlet oluyor, bir doz daha yutuyor Harpagon oluyor, sahne tozunu leblebi tozunu kaşıklar gibi yutanlar gerçek kişiliklerin yerine geçiyor sahnede. Bir Fransa'dan Gelen Çocuk Karl Valentin oluyor Kenan Evrenli yılların sonuna doğru, elbette yetişemiyoruz... Bu pişmanlık Kenan Evrenli yılları yaşayamamaktan olabilir... Sonuçta Bülent Ecevit'den sonra sanatçı kimliği olan (ressam) yönetici zor çıkardı(!)
  Tiyatrocuların düşünceli, kibar insanlar olduğu için midir bilinmez yürek okşayan ses tonları vardır; aldıkları eğitimden veya usta öğretilerinden midir ses tonlarını çok iyi kullanırlar; bu yüzdendir ki Türkiye'de dublaj sektörü çok gelişmiştir, rtük faktörünü ele almazsak...
  Bazı tiyatro insanları da sahne tozu ile şiir kitaplarının kendine has duygu yüklü kokusunu karıştırıp bir şaire hayat veriyor. Az bildiğim tiyatro bilgisi ile bir zaman önce aramızdan ayrılan güzel sesli adam Müşfik Kenter Garip akımının garip şairi Orhan Veli'ye can veriyor tozu alınmamış ahşap zeminde... Ve biz daha da yetişemiyoruz...
 Bu güzel ses tonunu sahnede Cemal Süreya portresi çizen Hakan Gerçek'de olağanüstü kullanıyor Atilla Birkiye'nin uyarladığı Üstü Kalsın adlı tek perdelik Süreya oyununda. Daha önceden üç kere canlı izlediğim Gerçek, dördüncü izleyişim olan bir nevi şiir dinletisinde de harikalar yaratıyor, öyle bir an geliyor ki telefon rehberinizi açıp, tek tek isimlere bakıp birine ilan-ı aşk edesiniz geliyor, duygu yüklü omuzlarınız çöküyor... Solo-vokallerinin Oya Küçümen'in seslendirliği  anlarda yalnızlığınıza üzülebilirsiniz. Bu sefer yetişiyoruz!
 Bir öneridir ki; Van Gogh hakkında dile getirdiklerimi tekrarlamadan(*) Cemal Süreya'yı Hakan Gerçek'den izleyin-dinleyin, pişman olmazsınız. Üstelik bu tek perdelik şiir şöleni siz şiir severlere yetmez ise Bay Müzik & Cin Ali Project yapımcılığında piyasaya sunulan Üstü Kalsın cdlerini temin edip, Hakan Gerçek'e imzalatabilirsiniz.
 Yazının başına gelecek olursak; tiyatro denen ulu varlık oyuncu seçiyor; sahnesine yakıştıramadığı, büyüsüne kapılmasına izin vermediği oyuncuları dışarı atabiliyor, ticarethane mantığı ile çalışan ucuz televizyon kanallarının dizilerine teslim edebiliyor. Bazıları da ucuz piyasa dizilerinden çok maddi kaygısını bir kenara bırakıp kendi yapmak istediği tiyatrosunu sırtında taşıyor, bir bavul ve bir dekor ile geziyor yurdu tiyatro aşkı ile... Üstelik tiyatrosunu sırtında taşıyan bu insanlar gerçek oyuncu; manken bozması aktörümsüler kadar değer bulamasalar da Dionysos her zaman onları destekliyor.
  İyi ki krallı çocuk oyununa gidip,tiyatroyu sevmişim de böyle adamları tanıma fırsatı yakalamışım. Bu çirkin eğitim öğretim yıllarında, tutunacak bir daldan ziyade sarılacak gövdedir tiyatro!

(*) : 
http://www.kalemiminkursunuagir.blogspot.com/2012/04/van-gogh-hakan-gercekin-dostlugu.html

22 Ekim 2012 Pazartesi

Her Temas İz Bırakır'dan


- Tiyatrodan nefret ederim!
- Neden?
- Ortaokulda zorla sahneye çıkarmışlardı.
- Nasıl oynamıştın amirim?
- Oynayamamıştım ki! Tek sahnede kısa bir rolüm vardı, altı ay prova yaptık, benden önceki salak sonraki sahneye atladı. Ben kuliste kaldım.

_

gündeste aradım
sahaf sahaf dolaşıp
bulamadım altından da kıymetli şiir hayatı
yeni basımını bekliyoruz hala
yıl 2006 basılacak diyordu usta
yıl 2012 basılacak diyor usta
yıl 2018 basılacak demese bari usta
ferhantoloji yetmez o zamana

Bensiklopedi Roma Rakamları ile Yedi

- bazen yalnızlığın bulaşıcı olduğuna inanmıyor değilim. yalın olma durumunun insana verdiği sıkıntının yürek kakan taraflarını çevremdeki hemen hemen herkes yaşıyor. kimi ailevi bakımdan yalnız hissediyor kendini, kimi insanoğlunun var olması ile birlikte paralel gelişen aşk denilen üç harflik gereksiz üzüntü bulutu yüzünden yalnızlığı yaşıyor.
 - bir de sosyal statü yalnızlığı var ki en iç karartıcı olan da  budur gibi geliyor kendime. kendini herhangi bir kesime ait hissetmeme sendromu. halk dilinde buna "burnu havada" deyimi de reva görülür. oysa benim bahsettiğim konunun burnu stratosferde gezinme durumundan çok, insanları tüm özellikleri ile sevememekten ya ve da ayrı insanların özelliklerinin bulunmadığındandır.
 - herkesin kendim gibi olmasını beklemiyorum; hatta bu durum dünyaya abd'den bile daha çok zarar verebilir. fakat bir şeyleri fark eden, bir konu hakkında hatırı sayılır yorum yapabilecek insanlardan o kadar az ki etrafımda, insanın "böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum!" geyiğinden çok, "böyle bir dünyanın taa..." söylenmelerini yaşayası geliyor. (dünyanın cinsiyetini bilmediğimizden ileride sıkıntı teşkil etmesinden endişe duyarak küfrün devamını getirmiyorum.) hele bir de vakıf üniversitesinde eğitim "satın" alıyorsanız...
 - durum böyle olunca fransız yazar-müzisyen boris vian'ın dediği gibi ; "yalnızlıktır dinimiz" sözlerini hayatıma motto olarak kazıyorum.
  - bir de büyük usta ferhan şensoy'un :
      bu bir reggie makamıdır
      bu yalnızlık makamıdır
      bir yalnızlık yolu tuttum
      türlü gizemlere erdim
      bulaşık telidir yürek
      kim çözecek muammayı?  
sözleri geliyor aklıma, daha çok üzülüyorum.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Çelişki

       
        Hem istiyorum ki
        Bir elimle öbürünü tutunca
        Senin nabzını duyayım
        Ve sen tutunca kendi göğsünü
        Duyasın benim yüreğimi
        Usundan geçeni konuşmalıyım
        İçimden geçeni yapmalısın
        Öylesine yakın
        Aynı uzamı bölüşelim
        Hem istiyorum ki
        Değil yan yana
        Sonsuza dek böyle can cana

       Hem de istiyorum ki
       Bana hiç gelmeyesin
       Bu güçsüzlüğümü
       Bu yarım kalmışlığımı hiç görmeyesin
       Yine de seni
       Taa uzaklardayken duyumsayayım içimde

                                                               Aziz NESİN - Aşk Şiirleri
                                                                  Nesin Yayınevi

Bir Yeni Blogunuz Var!

 Bir yeni blogunuz var siz sayın okumayı seven blogseverler, okumanız dileklerimizle; http://dilinsoyleyemedigikelimeler.blogspot.com/

4 Ekim 2012 Perşembe

Gelen Savaş



Bu gelen ilk savaş değil.
Çok savaş oldu bundan önce.
Bittiği gün en son savaş
bir yanda yenilenler vardı gene,
bir yanda yenenler vardı.
Yenilenlerin yanında
kırılıyordu halk açlıktan.
Yenenlerin yanında
halk açlıktan kırılıyordu.
                                 Bertolt BRECHT

22 Eylül 2012 Cumartesi

Kediler Güzel Uyanır'dan

"gel artık, yalnızlığı sevmiyorum."
                                                    yekta kopan

28 Ağustos 2012 Salı

Leylek

 Eşini kaybetmiş ağlıyordu leylek
 Baca üstünde
 Ağlama be hacı leylek
 Bana kastın ne

 Senin kanadın var, benim hürriyetim
 Ben uçamam, haydi sen uç
 Ağlama be hacı leylek
 Erkekler ağlar mı hiç
                                Ümit Yaşar OĞUZCAN

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Müşfik Kenter'in Çalışma Masası Şövalyeleri


  Ölüm insanların karşısına zamansız çıkar; yazarları ve tiyatrocuları daha da hazırlıksız yakalar bu ölüm denen belirsiz karartı.
 Yazarların her zaman yazacak bir kitabı durur çalışma masalarının üzerinde dosyalar halinde.
 Tiyatrocuların da çalışma masalarının üzerinde yeni bir oyun metni, çekmecelerinde ise bu oyunlarda rol alacak oyuncuları olur. Masanın kenarında ses çıkarmadan, pür dikkat onları izleyen büyük tiyatro yazarları durur. Örneğin Doktor Çehov izleyiciler arasındadır gayet Rus tavrıyla. Tiyatrocunun kafasında uygulamak istediği düzeni beğenmediğinde gözlüklerini çıkarır, masanın kenarına yavaşça vurmaya başlar.
  Moliere de masanın diğer kenarında durur. Harpagon ile birlikte izlerler oyuncuyu. Beğendiyse bir kahkaha atar Moliere, içinden geçip giderken Harpagon'u da sürüklemek ister, Harpagon her zamanki cimri tutumunu gülme konusunda da gösterir. Gülmek istemez Harpagon, sanki gülüşü eksilecekmiş gibi...
  Müşfik Kenter'in masasının kenarında  bu değerli yazarların yanında birde Orhan Veli bulunur gayet kibar tavrı ve rahatsızlık veririm endişesiyle sus-pus oturan. Bir sigara yakar, sigarayı bıraktığını bildiği Kenter rahatsız olmasın diye sigaranın dumanını yutar, öksürük tutardı. "Sen de bir bırakamadın şu sigarayı!" diye azarlardı Kenter otuz yıl şiirlerini sahnelediği, turnelerle karış karış gezdiği dostunu.
   Nazım Hikmet de onların bu tartışmasını gülümseyerek izler, yeni bir şiir yazmak için masada kalem-kağıt aramaya başlar. Kenter'i rahatsız etmemek için, bulamadığı kalemlerin yerini soramaz çekinir.
  Derken Vanya Dayı çıkar gelir açık kapıdan içeri. Çiftliğinden getirdiği taze sütten yapılmış peyniri ve çeşit çeşit sebzeleri koyar masanın yanındaki sandalyenin üzerine. Gürültüsünden pek hoşnut olmaz Kenter. Vanya Dayı pişkin pişkin bir kahkaha atar,Çehov'un yanına geçer. Kenter de onlara bakıp gülümser.
   Müşfik Kenter çıkar gider bir gün evden, masasının etrafında arkadaşları, yeni oyun metni ve Aşk Mektupları uçar hiç rüzgarsız çalışma masasında...
   Üzerine yıldızlar yağsın o belirsiz karartıda güzel sesli adam...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Alıntı*

 
  "Labirent bir delikanlı gönlü bu, içine gömdüklerim var, içinde yitirdiklerim var, beni kandırıp içine  girmeden çıkan var..."
                                              Kalemimin Sapını Gülle Donattım'dan...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Güzel, Ne Güzel Doğmuşsun

yirmi yıl önce gözlerini açtığında
hiç bir şey düşünmeyen
"sadece yaşayacağız hepsi bu" bakışıyla süzüyor etrafını doğduğunda ailesini mutlu eden kız.
yirmi yıl geçiyor, gözlerini hayata hiç açmıyor,
hayal kurmayı seviyor kız,
yanlış bir hayatın peşinden koşuyor kendisinin seçmek durumunda bırakıldığı bir yarışta ilk yirmi beş bin kişi arasında,
kız sinema seviyor, kitap seviyor, klasik tiyatro seviyor,
okumak zorunda kalacak; finansal muhasebe,işletme,istatistik ve bilmediğim bir türlü asla "bu ders de tam benlik ha!" diyemeyeceği dersleri ingiliztanca
oysa kız yazmak seviyor...
bir ortaklık yolu tutuyoruz birlikte,
bundan yıllar yıllar önce
kütüphanemiz, düşüncelerimiz, dertlerimiz, endişelerimiz
gülme eylemimizi de paylaşıyoruz,
kahkahalarımız bir bulut halinde dolaşıyor dört tarafını dünyanın
son paramıza kadar sanat satın almanın mutluluğunu yaşıyoruz
şimdilerde de "sadece yaşıyoruz, hepsi bu!" der gibi bakıyor...
yirmi yıl daha geçecek,
eskisi gibi olmayacak klişe söz grubu
fakat
aynı kafadan karışacak fikirler atmosfere
"ama iyi güldük ha..."
yaşama telaşı içinde birbirinden bağımsız hayatlarda.
özdemir asaf diyor ;
sakın bir şey bırakma yarına
yarın yok ki...

                         
                                         sıra arkadaşım'a - dostum'a - kardeşim'e ...

27 Temmuz 2012 Cuma

Mâra

bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
                               mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur
seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
                                   ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
        ki benim gibi bir insansın

tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
                              mâra

başım omzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
                        ne uyanık
                                                        Asaf Halet Çelebi

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Bensiklopedi Roma Rakamları ile Altı

- Saygı ile selamlıyorum efendim, buyrun bu taraftan, evet.
 - Okan Bayülgen'in sunduğu Muhabbet Kralı adlı programda (Muhallebi Kralı da olabilir) blog yazarlığı konusu işlendiğinde Sayın Bayülgen bir tweet okumuştu: "Blog yazarlığı uzun süre ara vermek durumunda kaldığı zamanlarda özür dileyerek yazıya başlamaktır."
 - Gerçekten mevzu öyle bir hal aldı, ben de çok sık aralar vererek, yolda düşüp bazen üç ay kalkamayan bir blog yazarı olduğumdan öncelikle takipçilerimden özür diliyorum. Bu aranın sebebi tamamen benim sıcakların etkisi ile vücutta hareketi sıfıra indirgemiş olmamdır. Sonuçta, klavyenin üzerinde parmak gezdirmek, basmak ciddi bir hareket İzmir sıcağında.
 - Aslında İzmir sıcağı özel bir isim olmalı. İzmir Sıcağı.
 - Bu ciddi süreli arada, bir blog sayfası düşündük, uygulamamız yakındır. Yazmak isteyen herkese kapımızın açık olacağı bir sayfa: Ne olursan ol,yaz!
 - Bırakalım da Bülent Ortaçgil konuşsun: "Sana bir şey söyleyeyim mi? İyi meslek yoktur."
Aynı şarkı şu sözleri de içeriyor: "İstediğini yap, çok geç kalmadan,daha güç olmadan."
 - Malumunuz üniversite giriş sınavlarının sonuçları açıklandı, tercih dönemi ise pazartesi başlayacak. Ben geçen sene kurtuldum bu stresten, çevremdeki sevdiğim birkaç kişi hariç herkes de kurtulmuş durumda. Yalnız benim yüreğimi kakan taraf; yardımcı olmaya çalıştığımız sınavperest arkadaşlara hiçbir koşulda Bülent Ortaçgil'in didaktik şarkısındaki dizeleri kullanamıyor oluşumuz.
 - Bize de kullanılmadı... Bu sistem böyle olduğu sürece, bu şarkı biraz boşa çalıyor gibi gelecek her seferinde...
  - Birde toplumumuzda "tıp mı okuyorsun,mühendislik mi lan sanki?" gibi günümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan,statükocu kalıplar var. ( Bknız : Baba.)
  - Tercih dönemi için okulumdan para talep edeceğim; önerdiğim her öğrenci başına bin tl düşsün harcım. O da olmadı, ufak bir plaket bile verebilirler : "Kurumumuza olan katkılarınız için teşekkür ediyoruz." Yok lan çıtayı o kadar düşürmeyelim!
  - Ha birde sözlüklerde tercih dönemi ile birlikte, herkes tercih yapacaklara yardımcı olmaya çalışıyor, bu  elbette güzel bir şey fakat maksadını aşıp da ahkam kesenlere; http://inciswf.com/1298717011.swf diyoruz başka da bir şey demiyoruz.
  - Ek olarak, tağbiki de Tercih Wars: Devlet Üniversiteleri Vakıf Üniversitelerine Karşı da başlamış durumda, her iki tarafta birbirlerine sınırsız bok-püsür atmaktalar, çatışmalar sürüyor.
  - Ösym çatışmalara ara verdi, yarın da çatışılacak.
  - Bitmesin diye sayfalarını çevirmekten korktuğun kitaplar vardır ya; Emrah Serbes'in hikayelerinden oluşan Erken Kaybedenler bunlardan biri. Alınıp, okunası.
  - Sıcakta parmak uçlarım bile terlediğinden kitaba dokunmaktan korkuyorum, titizlikle tutuyorum kitabı, bir bebeğin elini tutarcasına,naifçe... Bazıları da var kitabı dörde katlayıp okuyor lan! İçiniz acımıyor mu olum? Bir de bunun her sayfasından bir cümleyi, bir gün facebook'da durum güncellerim, tweet atarım da milleti etklilerim gibisinden tükenmez kalemle çizenler var. İçim parçalanıyor.
  - Bunu da nereden mi biliyoruz? Üniversitenin kütüphanesinden. Bizim okulda sadece kütüphaneyi uyumak için kullananlar var ne yapmalı?
  - Ben kaçar efendim, bir hikaye ile geri aranıza dönmek istiyorum da bakalım, yaz okulu da başlayacak. Hiç olmadı yeni blog sayfamıza yepisyeni öyküler yazmak ümidi ile aranızdan ayrılıyorum.

27 Mayıs 2012 Pazar

Elif Shafak'ın Aşkına Alternatif Başyapıt(!)

  İstanbul hakkında çok güzel yazılabilir, sayfalarca övebilirsiniz platonik aşkınızı... Ama gerek yok! Büyük Usta Haldun Taner'in düz yazı külliyatından, kendi seçkilerini topladığı "Çok Güzelsin Gitme Dur" adlı kitabından bir cümle ile anlatıyor koca Bizans'ı : Ne mutlu İstanbul'u yaşayana, yaşayacak olanlara...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

-

 bir süredir hastalıkla boğuşuyorum
 hikaye yazamıyorum
 yazsam da okutamıyorum
 bir çocuk umuduyla bekliyorum
 sevmediğim insanların olduğu
 okulu sonlandırmayı
 takvime bakmıyorum
 koskoca dört sene üç ay
 sadece üç aylık kısmını atlatsak da yeter
 biz sizin ingilizcenizi sevemedik
 biz sizin muhabbetlerinizi de sevmedik
 biz sizin cahilliğinizi de hiç sevmedik

6 Mayıs 2012 Pazar

Gündeste'den


şavkın vursun bacadan pencereden
işbirlikçi dolunay gözlerin mahmur
uykusuz mu kaldınız dünki geceden
acaba bu durumlar neden
dinsiz imansız densiz
işbirlikçi dolunay bakışın fersiz
güneşten al dünyaya sat ışığı
gökyüzünde yalnız gezen aracı
hani ya da benim elli dirhem güvencem
şavkın vursun eşşolu ay
şavkın vursun bacadan pencereden
                        Ferhan Şensoy
                         GÜNDESTE'DEN

28 Nisan 2012 Cumartesi

Kediler Güzel Uyanır

...
 Ben çalışma masasının çekmecesinde cennet kuşu saklayanlar gördüm. Ben çalışma masasının üstüne cehennemin sazlı sözlü cümbüşünü yatıranlar gördüm. Ben o kadar gördüm de, ancak  bu kadar anlatabiliyorum. O yüzden susuyorum sana. Ama ertesi gün konuşacağım.
  Bir dilin yaşayan yaşamayan bütün kelimelerini ezberlediğim günün ertesinde, benim de sesimi duyacaksın. O gün yağacak yağmurdan kork!
 Diyor Yekta Kopan Can Yayınları'ndan çıkan son kitabı "Kediler Güzel Uyanır"da.

20 Nisan 2012 Cuma

Van Gogh & Hakan Gerçek'in Dostluğu


Her zaman çantamda ders kitaplarının sayısı kadar hikaye,deneme türünde kitaplar bulundururum. Bu kitaplardan her zaman biri ''Usta'' dediğim kendisine çıraklık ettiğimin bilincinde olmayan Ferhan Şensoy'un herhangi bir kitabıdır. Bana arkadaşlık eder Şensoy, birbirinden güzel deneme ile öykü arasında gidip gelen, bazen gidip dönmeyen hikayeleri ile.
  Mart ayının başından beri çantamdaki Şensoy'a arkadaşlık eden, cüzdanımın içinde bulunan bir tiyatro bileti vardı. Yarısının kapı önündeki görevli tarafından yırtılmasını bekleyen dipkoçanlı bilet, ''daha çok var!'' rahatlığıyla yan yatıyordu.

 Hakan Gerçek'i ve tabii ki de Tiyatro Gerçek'i ilk olarak "Annem Yokken Çok Güleriz" adlı oyunda,geçen sezon izleme fırsatı buldum. Oyun muhteşem; Tiyatro Gerçek ekibi daha da muhteşemdi. O oyundan çıkışta, konservatuar okumayan fakat tiyatro yapmak gibi eğilimi olan kendime bir "Usta" daha seçebileceğim sinyali beynimde gezip, sağa sola çarpmaya başlamıştı.
 Bu sene sezonun bitmesine az zaman kala Tiyatro Gerçek İzmir turnesine çıktı: Cemal Süreya şiirlerinden oluşan "Üstü Kalsın" ilk olarak Narlıdere Atatürk Kültür Merkezi'nde sahnelendi. İkinci oyun, Tiyatro Gerçek'in ilk oyunu olan Hakan Gerçek'in oyunculuğu ile devleştiği klişe kalıbını kullanmak durumunda kaldığım; "Van Gogh" Konak Atatürk Kültür Merkezi'nde seyircinin huzuruna çıktı.
 Oyun hakkında yeteri kadar yorum yapabilecek, eleştirebilecek bir entelektüel bilgiye, sahip olmadığımın farkında bir şekilde ; Van Gogh'un hikayesini çok güzel yazmış oyunun yazarı W.Gordon Smith diyebilirim. Elbette elde iyi bir metin olunca, yıllarını tiyatroya armağan etmiş "gerçek" bir oyuncunun ve yönetmenin yapabileceği tek şey; o oyunu sahneye nasıl uyarlarım? düşüncesi ile kafa patlatmasıdır. Oyunun işlenişi gerçekten olağanüstü, daha doğrusu Van Gogh'un uyarlaması... Hakan Gerçek öyle bir performans sergiliyor ki sahnede her seyirciyi gözlerinle izliyor, Van Gogh'un dünyasından bakıyor. Bir an ''Van Gogh gelmiş bizlere, keder penceresinin içinden resim tutkusunu,biyografisini anlatıyor!'' gibi çocukça bir düşünce ile izledim oyunu.
 Van Gogh'un sanat uğruna ''soğuk kuzey gözüyle'' şehirlerden şehirlere dolaşmasını, yaşamının etkileyici sonunu daha fazla kaçırmamanız dileklerimle,yeni bir usta daha edindiğimi söyleyerek yazıyı burada sonlandırmak istiyordum ki : Tiyatro Gerçek'in internet adresinde şu sözleri okuyorum:
   Hakan Gerçek:Ben de bu müthiş ressamı sahneye taşıyorum ve soruyorum: "Onun hakkında ne düşündüğümü aktarmak istedim. Bilmiyorum, bilemiyorum başarabildim mi ?"
   Başarmak ne kelime Usta! diyerek koyuyorum dipkoçanlı tiyatro biletini diğer Ustanın kitabının arasına...

(Not : oyun fotoğrafları; Tiyatro Gerçek'in internet adresinden alıntıdır.
http://www.tiyatrogercek.com/tiyatro.asp?icr=17  )

15 Nisan 2012 Pazar

Van Gogh'u Beklerken

 Bu bekleme heyecanını ilk kez Ferhangi Şeyler'i izleyeceğim zaman yaşamıştım; Şimdi de Van Gogh için aynı heyecanla bekliyorum. Cüzdanımın içinden bileti çıkarıp, çıkarıp tarihine bakıyorum, bakınca daha da yaklaşacak gibi... ''Sayılı günler çabuk geçer!'' klişesi böyle durumlarda hiç yardımcı olmuyor.

14 Nisan 2012 Cumartesi

**

 Edip Cansever söylemiş;
    ...        
       ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma

       oysa güneş pek batmadı senin evinde
     ...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Ev Arkadaşı

 İlişkileri artık kabak tadı vermeye başlamıştı. Kabak tadından ziyade ilişki kerevize dönüşmüştü. İlişkilerinin üzerinde bulutlar gayet parçalı bulutlu halde gezinmekte, ortasından hortumlar geçmekte, kuvvetli lodos ilişkilerinin batmasına sebep olmak üzereydi.
 Kadın bu duruma üzülüyordu. Adam bu durumu üreme organına bile takmıyordu. Kadın bu duruma daha da üzülüyordu.
  Muson iklimi özellikleri belirten bu ilişkinin sonu, adamın kadını aldattığını öğrendiği gün bitmeliydi diye düşünüyordu sürekli aldatılmayı sineye çeken mutlu olmak isteyen mutsuz kadın. Adam özür dilediğinde neden affetmişti onu? Bilmiyordu. Sevdiğine de inanmıyordu. Zaten ortada öyle güzel bir fiil yoktu. Aralarında sadece ''nefret'' içerikli söz toplulukları geziniyordu. Her ikisi de sadece araç olarak küpleri kullanıyor, araba kullanma ihtiyacı bile hissetmiyorlardı.
 Hava yağmurluydu. Yağmur damlaları pencereye kamikaze pilotlarını örnek alarak çarpıyordu. Pencere camı bu duruma içerlese de sesini çıkarmıyordu. Kadın pencere önündeki solmuş çiçekleri taklit edercesine boynu bükük bir halde dışarıya odaklanmıştı. Sevdiği adamın arabasını park ettiği yerden gözlerini ayırmıyordu. Park ettiği yere başka bir araba park etmeye yanaşmaya görsün ; hemen pencereyi açıp, başını yağmur damlalarının altına sarkıtıyor, şimdi hayat arkadaşının geleceğini, başka bir yere park etmesi ricasında bulunuyor, ıslanan saçlarını yağmurun altından uzaklaştırarak pencereyi kapatıyordu. Adamın böyle garip huyları vardı. Adamın arabasının park edeceği yerde sokak lambası bulunması şarttı! Koca sokağı da tek o park yerinin bitişiğindeki lamba aydınlatıyordu. Kadın bunları iyi bilirdi. Ama adam kadının ne huyları olduğunu bile bilmiyordu. Tek bildiği şey hiçbir şey bilmediği geyiğinden öte değildi...
  Evlilikleri altıncı yılını doldurmuştu. Altı yıl boyunca altı yüz kelime etmemişlerdir. Etmişlerse bile bu konuşmalar tartışma içeriğinde olurdu.
  E peki neden hala kadın buradaydı? Büsbütün aşıktı besbelli. Ya da alışkanlığa dönüşmüştü bu iş. Kadın sesini çıkar(a)mamaya başlamıştı!..
   Oysa evlendiklerinde herşey başkaydı.
  Aynı üniversitenin, aynı kampüsünde farklı bölümler okuyorlardı. Kadın; Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanmıştı, adam tarih okuyordu. Okuduğu pek söylenemezdi. Daha çok üniversitenin kafesinde piyasa yapmakla meşgul olup, arada ders hocalarına selam vererek derse girmiş kadar oluyordu. Bazen de ders notlarını sınıfın çalışkan kızından alamadığı için çalışkan kızın kız arkadaşıyla yatıyor, bir nevi işini görüyordu. Notları da garantiye almış oluyordu.
  Bir gün üniversite koridorlarında yürüyordu her ikisi de birbirinden bağımsız olarak. Ellerinde kitaplar yoktu elbette, bir çarpışma olup, klişeye yer vermemek için kitap taşımıyordu kız. Kitaplarını sırt çantasına  koyuyordu. Bir adama selam verdi kız derslik girişinde. Selam verdiği adamın yanında hayatı boyunca aşık olacağı adam yer alıyordu. Onla tanıştı. Adam da tanışır gibi yaptı, üç dakika geçmeden üç harfli adını unuttu kızın.
 - Naber? diye ne haber kısaltması sorusunu yöneltti kız adamı bir daha görünce.
 - İyilik... Aslında tam da iyi sayılmaz. Hatta bildiğin bombok vaziyetteyim. dedi gözleri dolan adam. Umursamaz adam kızın kendisine olan bakışlarından etkilenmiş olacaktı ki hiç yapmadığı bir şey yaptı. Soru  sorarak muhabbet açmaya çalıştı adam. Muhabbet ederek rahatlayacağını düşündü. İlk görüşte aşık olan kız ''benim canıma minnet'' diyerek bir bakış attı adama.
 - Nasılsın? Kantinde oturup kahve içer miyiz? diye sordu adam.''Biraz konuşmaya ihtiyacım var.''
   Kadın içinden kahve sevmediğini geçirse de ben çay içmek istiyorum diyemedi.
 - Olur dedi, parlayan gözlerle.
  O gün hiçbir şeyi umursamayan adam ; birini umursadı, birini sevdi ya ve da ayrı sevdi sandı... ''Neden böyle olmuştu?'' sorusunu benliğine bile sormaya korkuyordu. Kıza nasıl söylesin... Cevabını bildiği bir soruydu bu...
 Kimseler yokken, öğrenci evinin dağınıklığının içine serdi soruyu. Kimsenin duymasını istemiyordu. Cevabını hiç açmadığı bir kitabın içindeki mektupta buldu tekrardan. Bir kız vardı, güzel mi güzel... Yürürken, hiç kimse sapık düşlerle bakmazdı. Ulu Manitu sevdiklerine bağışlasın derdi herkes hep bir ağızdan... Kız kimseye kolay kolay dönüp bakmazdı. İktisat eğitimini bırakmıştı, kendini oraya ait hissetmemişti. Shakespeare metinlerine bayılır, evde kendi kendine sahneler, seyircileri çoğunlukla ayna,makyaj malzemeleri, ozon düşmanı deodorantlar ve en önemlisi de Shakespeare olurdu. İzmir'den ''tiyatro yapmalıyım ben!'' düşüncesi ile İstanbul'a konservatuar eğitimi için gelmişti. Ek bir çalışma yapmadan, girdi sınavlara. Bir Shakespeare metni hazırlamıştı,seyircilerinin en taktir ettiği performansını sahneleyecekti. En sevdiği şair Orhan Veli'ydi. Orhan Veli'nin kendisiyle özleştirdiği Dalgacı Mahmut şiirini de repertuarına ekledi. Güzel şiir okurdu kız. Okurken, şiirin şairi sanki yanında sigara tüttürüyormuş gibi titizlikle seslendirirdi şiiri. Kız zorlanmadan kazandı sınavı.''Sen nerelerdeydin şimdiye kadar?'' cümlesi gözlerinden okunuyordu seçici kurulun.
  Kız sınavı kazandığını ailesine bildirmek için telefon kulübesi aradı. Az ilerideki postanenin önünde buldu kulübeyi. Bir adam hızlı hızlı konuşuyordu. Beklemekten duyduğu can sıkıntısı ile istemeden kulak misafiri oldu konuşmaya. Yeni üniversite kazanmış bir gençti telefondaki. Ailesine parasını çaldırdığını telaşlı bir şekilde anlatıyordu. Harç parası, ev kirası ve cep harçlığı derken bir öğrenci için fazla bir iş adamı için az miktarda olan toplu parası artık olmadığı için ne yapacağını düşünüyor, bunu telefondakine bildiriyordu.
  Telefonu kapattı. Eski iktisatçı yeni tiyatrocu kızdan beklettiği için özür diledi. İstanbul'a İzmir'den geldiğini bu sabah parasını çaldırdığını, çalan adamın peşinden koşsa da yetişemediğini anlattı. Kız ona -vah ki ne vah... diyerek kaşlarını çattı, kafasını eğerek, üzüldüğünü belli etti.
  - İstersen birlikte kalabiliriz bir süre için. Ben okuluma yakın, bir ev buldum. Hemşehriymişiz hem... Yarına kadar para işini de halledeceklermiş madem... ''Bir günlük ev arkadaşlığı yaparsın bana!'' dedi kendisinden üç yaş küçük olduğunu öğrendiği gence.
  Adam ne diyeceğini şaşırdı gözlerinden gözünü alamadığı kıza. Gitmek zorundaydı. Bu şehirde kalabileceği başka kimsesi yoktu. İlk defa gelmişti taşı toprağı altın denilen, fakat taşı toprağı hırsızlık! diye düşündüğü kente.
 - Peki... dedi boynu bükük bir şekilde. Sinirden, çaresizlikten gözleri dolan genç.
  Böyle tanışmışlardı mektubun sahibi ile. Dört yıl ev arkadaşlığı yapmışlardı. Okudukça hatırlıyor, hatırladıkça üzülüyordu. Kız ona bir mektup bırakarak intihar etmişti. Aşık olmuştu adam kıza. Kız bunu biliyordu fakat tek bir kelime etmiyordu bu konu ile ilgili. Hiçbir zaman neden intihar ettiğini anlayamadığı tek günlük ev arkadaşı,tiyatro aşığı kız ona mektubunda Shakespeare'den alıntı yapmıştı:
  Var olmak mı, yok olmak mı, bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine kaşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!  Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. 
**
Sevdim seni çocuk! 

 Belki sevdiğini söyleyebilseydi adam, güzel kız yaşayabilirdi...Hem o da seviyormuş... Hep bunları düşünüyordu. Kafası oldukça karışıktı. Hiçbir zaman sevdiğini söyleyemediği ev arkadaşını kaybettiğinin ertesi haftası tanışmıştı adam hayat arkadaşı ile. Zamanla sevebileceğini, hatta aşık bile olabileceğini düşünmüştü adam. Fakat şöyle de bir gerçek vardı : Her şeyin üst üste gelmesi onu umursamaz biri yapmıştı.
  Neden bırakıp gitmişti ev arkadaşı onu?
  Zamanla severim düşüncesiyle evliliğe kadar ilerlediler. Adam pek konuşmuyordu. Sadece yanında kendisini seven birini olduğunu bilmek biraz olsun rahatlatıyordu.
  Adam gitmeye karar verdi bir sabah. Elinde eski ev arkadaşının ona yazdığı mektup vardı. Onu cebine koydu. Kendi el yazısıyla yazdığı Shakespeare'in sözlerini masaya bıraktı ve kendinden kaçarcasına hızlı adımlarla terk etti evi, kendine aşık olan kadını...
   Peri kızı dualarında unutma beni,
   Ve bütün günahlarımı.
  Yalnız bilmediği bir şey vardı adamın; Sevilmeyi bekleyen kadın onu o gece bırakmıştı. Banyoda ilaç içerek hayatını sonlandırmıştı, daha doğrusu sevilmeyi beklemeyi sonlandırmıştı... Hiçbir zaman okuyamadı o kağıdı...

5 Nisan 2012 Perşembe

Bazuka

 "İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor..."
                                                                        Murat UYURKULAK
                                                                       (Bazuka - Metis Yayıncılık)
 

18 Mart 2012 Pazar

Bensiklopedi Roma Rakamları ile Beş

  - Gereksiz bir ton sistem ve kişilerden oluşan okulumun her iki ayda bir tekrarlayan sınavı pazartesi günü yapılacak. Gözüm ve bütün organlarım korkmuş durumda. Bu sınav yüzünden yazılması gereken hikaye yazılamaz oldu. En çok ona üzülüyorum.
  - Aslında yazılabilinir fakat insanın aklına ''geçicem mi lan acaba?'' sorusundan başka bir şey gelmiyor.
  - Twitter'a ani girişimle birlikte ''Bensiklopedi'' diye başlık attığımız ruhsal bunalımlarımı içeren yazılara da ara vermek durumunda kaldım. Ruhsal bunalımlarımızı 'tweet'liyoruz artık.
  - İtüsözlük'te bir aklı noksan arkadaşımız ; Sayın saygıdeğer Ustam Ferhan Şensoy'un yeni oyunu ile ilgili haber içeren bir yazımın hepsini sözlüğe başlık açma sevdasıyla kopyalamış. Tamam bunda bir sıkıntı yok elbette. However bir kaynak belirt, belirtmesen de olur. Bari benim altında yazmış olduğum cümleyi tam olarak yazma oraya. ''Bir gece gelebilirim lan beyoğlu!'' cümlesini Nasri Hoca söylemiyor ki bizzat ben söylüyorum!
  - However mı dedim? İngilizce ile evliliğimi bitirsem mi?
  - İstanbul'a gidemeyip yeni oyunu izleyememe gibi bir durumum olsa da, 9-10 Nisan tarihlerinde Ferhangi Şeyler'i 6.kez izleyebilirim.
 - Ferhan Şensoy hakkında bir yazı yazayım diyorum kıştan beri. Yazıyı süsleyecek olan fotoğrafları da buldum, daha doğrusu fotoğrafları çeken bir başka Ferhansever ağbi'den rica ettim; ricama ''tabii ki'' yanıtını da aldım. Ama Ses Tiyatrosu'nda Ortaoyuncular'ı izlemeden bu yazıyı yazmak içimden gelmiyor.
  - Bir insan keşfettim sosyal medya sayesinde, adamı ilk gördüğüm yerde boğabilme ihtimalim boğmama ihtimalimden fazla. Hayır Ferhan Şensoy hayranı isen ben olmayım diyorum kendi kendime. Ama sonuçta şöyle de bir gerçek var : '' Adam liseli beyler! ''
  - Elbette Usta dediğin insandan bir şeyler öğreneceksin, hatta ona benzemek için elinden geleni yapacaksın ama bir yere kadar. Yalakalıkla Usta-Çırak ilişkisini ayırabilmek lazım. Kendinden bir şeyler katıp yazı yazacaksın; Bir kitabın önsözünden kopyalayıp daha sonra tiyatro bülteninden kopyalayıp boş word sayfasına yapıştırırsan ve yazar diye geçinirsen, geçirmek gelir insanın içinden.
  - For example; Benim yazdığım hikayelerde Galatasaray Lisesi geleneklerinden biri olan yaratıcı lakap takma örnekleri görülür. Bunun sebebi orada okumuş olmam olsa güzel olabilirdi fakat kazın ayağı öyle değil. Kalemimin Sapını Gülle Donattım'ı defalarca okumamdandır. Ama hiç bir hikayemde bu lakapları aynen kullanmam. Anlatabildim mi ki derdimi?
 - Yazıyı sonlandırırken iki bin tıka ulaşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Az takipçiyle, hiç reklamsız, sizin sayenizde gerçekleşti bu olay. Çok teşekkürler Sayın Sevgili Okur.

13 Mart 2012 Salı

Apartman İnsanları

  Tamamı renksiz, kuşe kağıda basılmamış, microsoft word'te yazılarak (-mak üzere yani) buraya kopyalanacak olan yeni hikayemiz çok yakında şuan tıklamış olduğunuz sayfada sizlerle efendim.

4 Mart 2012 Pazar

Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği


Şarabımız Mürefte
Selam olsun Brecht'e
İlgisi yok oyunun
Puntlla'yla Matti'yle
Selam Hasan Efendi'ye
Bir selam da Dümbüllü'ye

 Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği 15 Mart'tan itibaren Beyoğlu Ses 1885'te. Ben demiyorum bunu Nasri Hoca bizzat kendi söylüyor twitter'da. 
http://twitter.com/#!/nasrihoca

 *Bir gece ansızın gelebilirim lan beyoğlu!

27 Şubat 2012 Pazartesi

O sayfadaki ''mal'' ben değilim.

 Kişisel blog hesabım olan bu sayfanın ismi çalınarak facebook'ta arabesk içerikli bir sayfaya verilmiş. Bir süre önce de Karikatürist-Mizah Yazarı Cihan Demirci'nin emekleriyle ayakta duran MİZAHHABER adlı blog sayfasındaki yazılar,karikatürler bir kendini bilmez tarafından başka bir sayfaya aynen aktarılmış, böylece kendi sitesini kurmuştu.
  Bu hırsızlıklar nasıl önlenir bilmiyorum fakat sayfamın ismi bir arabesk sayfaya verilmeseydi iyiydi. Gerçi bende düşünüyorum bu sayfanın ismini hangi kafa yapısıyla buldum diye ama olsun.

26 Şubat 2012 Pazar

26 Şubat


martılar da yardımcı oldular
martı ortaladık lili yar
artık istanbul hep bahar
dar vakitlerin adamıyım
ve herkesle ve herşeyle öyleyim
bir uzun koşuşturmacadır işim

işim arasına sıkışan yaşam
tiyatro bir deli attır
at üstündeyim
hep yarıştayım
bir gün attan düşersin
the end
bu böyle bir maratondur
çok molalar veremezsin
                   Ferhan Şensoy
      (Yayımlanmamış, Gecedeste'den
       Ferhantoloji - Bilgi Yayınevi)

  Nice tiyatrolu ve edebi yıllara Büyük Usta...
  

23 Şubat 2012 Perşembe

Bensiklopedi Roma Rakamları ile Dört

- Dostlar Tiyatrosu ''Ben Bertolt Brecht'' kabare gösterisi ile İzmirli sanatseverler ile buluşacak. Son iki aydır özel tiyatrolar birer birer uğruyor İzmir'e. Uğruyor da bunun bize bir getirisi olmuyor ne yazık ki. Bilet fiyatları organizatör tekelinden midir, aşırı para hırsından mıdır nedir uçuyor. (Böyle demek çok haksız oldu sanırım. Özel tiyatroların devlete vermek zorunda olduğu yüksek vergilerden borçları ayyuka çıkmış durumda. Devletin de özel tiyatrolardan büyük ölçüde desteğini çekmesi de cabası. İşler bu şekilde gelişince; bilet fiyatları uçuyor, bilet fiyatları uçtuğu için içinde bulunduğum ''öğrenci'' diye tabir ettiğimiz gelir kaynağı kısıtlı genç grubu bu güzel oyunlara gidemiyor. Bu güzel oyunlara gidemediği için daha doğrusu sanatı satın alamadığı için düş kırıklığına uğruyor, sağda solda Türk Tiyatrosu nereye gidiyor? ana fikirli panel bozması cümlelerini sağa sola savuruyor, tiyatrodan bir bok anlamayan adamlar kafasını sallıyor, ''ben küçükken Kırmızı Başlıklı Kız çocuk oyununa gitmiştim bir kez.'' efsane cümlesi geliyor kalabalıktan, paneli açan sanat satın alamamış öğrenci köşesine çekiliyor bu cümle ile.)
 - İzmir Büyükşehir Belediyesi katkılarıyla tiyatro haftasında gelse güzel güzel oyunlar gitsek moduna girdik iyice... Büyükşehir Belediyesinin gözle görülen tek çalışması da bu olsa gerek.
 - Politikaya mı girdim son maddede?
 - Okan Bayülgen kariyerinin doruğunda mıdır, düşüşte midir bu tartışmalara girmeden diyebileceğim tek şey ; Son iki haftadır ''KRAL ÇIPLAK'' adlı programda gördüğümüz konukların hepsi çok iyi, işinde Usta diyebileceğimiz kişiler. Böyle olunca izlenmesi de daha bir keyifli oluyor. Geçen hafta Enver Aysever, Cüneyt Özdemir, bu hafta Zeliha Berksoy, Halit Akçatepe ve günün birinde öğrencisi olmak gibi bir hayalim olan Levent Kazak.
 - Zeliha Berksoy tiyatro kariyerinin sadece çok ufak bir bölümünü anlattı ekranlarda. O kadarı bile tiyatroya olan aşkı arttırmaya yetti doğrusu. Hele Bertolt Brecht Tiyatrosu'nun  öğelerinden bahsetmesi, Brecht Tiyatrosu'nun Türkiye'de gelişimi için yaptıklarını dinlemesi ; ''hassssiktir be! Konservatuar okuyabilseydim keşke agusunakoyim!'' dedirtiyor insana.
 - Levent Kazak Kaş'a yerleşmiş,çok mutluymuş. İstanbul trafiğinden,gürültüsünden uzakta olmanın verdiği mutluluğu anlatırken gözleri parlıyordu. E peki hala İstanbul'a yerleşmenin hayali olan insanlar ne olacak? İstanbul'da yaşayıp, bunalsam ya...
 - Okulda her gün sahibi tarafından hiç kullanılmamış, İngilizce deryasında kaybolmuş, yönünü arayan fakat bir türlü bulamayan bir sürü kelimeye rastlıyoruz. Hiç dönüp selam bile vermiyorum kendilerine. Çekirgenin meşhur sıçrama hikayesine dönmese sonumuz iyidir.
 - Şubat ayında fazla bir şey yazmamanın burukluğu ile bitiriyorum bu ben merkezli yazıyı da. Ha en yakın zamanda yine hiç okunmayacak bir hikaye ile karşınızda olacağız.
 - Kaan Sezyum gibi kaçayım ; Ben kaçççaaaroo!

*

...
Bir vapur dumanıyla
sanki gelecek gibi
bir gün gelecek elbet
ütopyalar güzeldir...
                  Ferhan Şensoy

11 Şubat 2012 Cumartesi

İzmir'in Tarih Kokan Sinemaları


kısacası o yıllarda ben
hayatım karışık çantam gibi
iki kişiyi birden severdim
karnemde sevinç bir, sinema iki.
                        Cemal SÜREYA

   Sinema aşkı diye bir aşk çeşidi var, aşk dediğimiz illa karşılıklı veya platonik olmuyor. Sinemaya duyulan aşk ikisinden de beter. Sinema aşıklarının bir çoğu; üçüncü sayfa haberleri aşıkları gibi seviyor tarihi salonlarını. Ona zarar vererek, onu öldürerek...
  Küçükken annem götürürdü sinemaya elimden tutup. Semtimizde bir sinema yoktu. Konak'a doğru yola çıkardık,otobüsle. Eskiden gazetelerden bakardık film seanslarına. Her sinema reklamını verirdi büyük gazetelerin yerel eklerine. Haftasonlanları geç kalkan bir aile olduğumuzdan, gazeteyi geç alıp geç kahvaltı yapıp, sinemaya geç kalma endişesiyle koşardık yola. Otobüs biletini alır, durakta beklemeye koyulurduk. Ağzına kadar dolu olan otobüse binip, inerdik Konak merkezde. O zamanlar Orkide'deki (yeni adıyla ; Pasttel) Afm Sineması, Konak Pier'de Cinebonus Sineması var mıydı hatırlamıyorum. Ama o zamanlar ya Çınar Sineması'na ya Konak Sineması'na ya İzmir Sineması'na ya Şan Sineması'na ya da Sema Sineması'na gidilirdi. Ya da biz öyle giderdik bilmiyorum.
   Saydığım sinemalardan en iyisi o zamanlar Çınar Sineması idi. Baya büyük bir salona ve cep salonlarına sahipti. O büyük salonda film izleme hissi muhteşemdi. Çınar Sineması kapandığında baya bir üzülmüştüm.
   Konak'ta Tarihi Kemeraltı'nda çeşitli sapaklardan döner, karşılıklı pasajların içinde Şan Sineması'na Sema Sineması'na gittiğimiz de olurdu. Şuan gitsem yerlerini bulamam. Hala film oynatılıyor mu çok merak ediyorum. Ama o zamanlar tek başıma bile gidip bulabilirdim yerlerini. Filmden çıktıktan sonra dedemin lokantasına gider yemek yerdik. Gerçi ben yemezdim. O zamanda ev yemeği pek tüketmediğimden bana karşı dandik büfeden sandviç yaptırılırdı. Çocukluğun salaklık olduğunu, dedemin yaptığı yemeği tatmaya karar verdiğimde anlamıştım. Her şey çok geçti tabii ki. Dedem kapatmıştı bir süre sonra dükkanını...
   Tarihi sinemalardı bu saydıklarım ; kimbilir kaç filmde, kaç sevgiliyi, kaç aileyi,kaç dostu konuk etmişti bu salonlar. Kaç çocuk sinemadan çıktığında, filmin etkisini atlatamadan annesine; filmin en beğendiği sahnelerinin repliklerini taze hafızasından birebir oynamıştı annesine. Kaç sevgili el ele tutuşup, bakışmıştı filmden gözlerini kaçırarak...
   Bu saydığım sinemalardan sadece İzmir Sineması oynatmaya devam ediyordu filmleri. Ama İzmir Sineması Cinebonus ile AFM ile baş edemeyecek kadar yorgun,yaşlıydı. Bu yaşlılık, yorgunluk içeri girince hissettiriyor kendini. En son hayatındaki saçma sapan hareketleriyle ün yapmış, kafasının hangi sistemle nasıl çalıştığını merak ettiğim dostumla gittik bu sinemaya. Mecburiyetten(!) gittik o sinemaya. Çünkü başka bir salonda gösterilmiyordu o film. Ne yalan söyleyim bu unutulan sinemayı bizde unutmuştuk. Ama unutulmaması gereken bir sinema olduğunu bileti aldıktan sonra fark ettim. Biraz da duygulandım açıkçası. Ben ve annem, eski oturduğumuz apartmanda kapı komşumuz, çocukluk arkadaşım ve annesi o sinemada şuan yeniden üç boyutlu olarak gösterime girecek olan ''Star Wars Bölüm 1-Gizli Tehlike'' adlı filmi burada izlemiştik. O filmin çıkışında kapı komşum,ilk arkadaşım ile hayran kalmıştık filme. Qui Gon Jinn 'in ölümü bizi hayli üzmüştü. Çünkü usta bir Jedi Şövalyesi idi  Qui Gon Jinn... 
   Böyle bir tarihi sinemada film izleme mutluluğunu, büyük patlamış mısırın diğer sinemaların üçte biri olduğunu görmem daha da pekiştirdi. Biraz ses yalıtım sorunu varsa da salonlar arasında, zaten iyi bir sinema izleyicisi iseniz bundan hiç rahatsızlık duymayacaksınız. Çünkü iyi bir sinema izleyeni tüm dikkatiyle izler filmi. Film bittiğinde salondan inerken merdivenlerin köşesinde Anakin Skywalker gülümsüyordu, sarışın,gayet sevimli,küçüklük haliyle...
   Bu güzellikteki tarihi sinemaların ölümünü durduramayız, sadece geciktirmeye yardımcı olabiliriz ana fikri ile iki haftada bir yeni film izlemeye gitmeye karar verdim İzmir Sineması'na. Konak Sineması'na da bir firma tarafından restore edildiğini öğrendiğimden beri gitmek istiyorum. Oraya gitmişken Şan ve Sema'ya da bakmayı unutmamayı yeğlerim.
   Sizler de öyle yapın diyerek bu yazıyı da burada sonlandırıyorum. Sinema güzel şey neticede.
 
 (Yazının başındaki dörtlüğün son dizesindeki aşk sözcüğü sinema ile kendim tarafından değiştirilmiştir.)

6 Şubat 2012 Pazartesi

Kocaman Bir Çocuk


Tiyatro ve yeşilçam camiasından kocaman bir çocuk zorla indirilmiş bu sabah. Kocaman bir çocuk sıfatını ben uydurmuyorum tanımadığım için ; Rasim Öztekin öyle diyor. Şöyle de anlatmış bugün katıldığı bir televizyon programında :
  Baykal Kent bir gün on adet aynı gazete ile Beyoğlu'nda yürüyormuş. Rasim Öztekin rastlamış kendisine. Hayrola? diye bir soru yöneltmiş:
  ''Uyanık ol! Yarın gazetelere zam gelecek!'' diye yanıtlamış onu.
  Ferhan Şensoy onun için sorumsuzluklarının olmasına rağmen çok iyi bir oyuncu olduğunu anlatıyordu bir kitabında.
  ORTAOYUNCULARa 25 yıl olmak üzere yarım asırlık sanat yılını doldurmuş büyük oyuncu da öldükten sonra hatırlandı,tanındı. Haberi aldığımda sınıfta kimse tanımıyordu onu, sözlüklere bakıldığında da bir tek rolle anımsandığını gördüm, üzüldüm.

29 Ocak 2012 Pazar

Tatiller Hayal Oldu

  Bitti bitmesin diye takvime bakmadığım tatil.
  Tatiller güzeldir. Tatillerin daha güzel olan tarafı ise henüz tatilin yeni başlamış olmasıdır. Hiç kimse tatil bitiyor diye sevinmez. Seviniyorsa o insanın akıl sağlığından şüphe duyulması gerekebilir.
  Bizler ilkokuldayken sınıf öğretmenlerimiz sorardı tatilimizin nasıl geçtiğini. Yaz tatilinden çıktıysak yazlık veya otel imkanı olanlar yüzdük, köyde büyükleri olan varsa oraya köye gittik, bol bol gezdik derdi herkes. Yani hiç kimse farklı bir etkinlikten bahsetmezdi.
  Ara yıl tatilleri biraz daha buruk geçer. Mevsiminde etkisiyle dışarıya fazla çıkılmaz, çıkanlar da sitem ederek varır evlerine. Ben sitem edenlerden olamadım. Çünkü dışarı çıkamadım. Çıkamadım diyorum çünkü benim elimde olmayan sebeplerden dolayı gezip dolaşamadım.
  Babamın mesleğinden dolayı geç saatlere kadar oturan bir aile düzenimiz var. Bu düzenim sekizinci sınıfın sonunda daha da bozuldu. Gece normal insanlar tarafından yatılan saatlerde yatmam çok nadir görülmeye başlandı. Hele liseye geçtiğimde gece uyumadan okula gittiğim bile oluyordu. Üniversitede bu aldı başını gitti tabii.
  Bu bazılarına göre kötü alışkanlık, bana göre güzel bir sistemdi. Gecenin sessiz karanlığında bir başına oturmak güzeldir. Bilen bilir. Canının sıkıldığında telefonun yardımıyla iletişim kurabileceğin dostların varsa daha da güzeldir. Tabii her güzelin bir dezavantajı oluyor. Sabahlamanın kötü tarafı sosyal hayatının olmamasıdır. Okula gidilir, gerek okul arkadaşlarının ya da daha önceden tanıdığın arkadaşlarından ''hadi birşeyler yapalım!'' fikri gelir, sen o an hayır demek durumunda kalırsın. Çünkü mesain bitmiştir. Öğle saatlerinde eve gidilir,yatılır. Herkes yatmaya hazırlanırken, kalkılır. Herkesin gün içinde yaptıklarını sen gece yapmaya başlarsın.
  Ne işi doğru ki tatil işi doğru olsun okulum, yarın başlıyor. İki haftalık tatil bitti. Uyku düzenim daha da bozuldu. Tatillerde en geç sabah 6'da yatardım. Şimdi o saatten 6-7 saat sonra bazen hiç uyumayarak akşam 9'da uyuyakalıyorum. Tatil için yapılan planlar genelde boşa çıkar. Ama bu sefer daha da boşa çıktı. İzlenecek film ve diziler kaldı, okunacak kitaplar kaldı. En kötüsü de görüşülecek arkadaşlar kaldı...
  Yedi haftanın sonunda ki bir haftalık tatili iple çekmeye başladım şimdiden. Hele temmuzun ortasında başlayacak olan tatil  bir hayal oldu...

26 Ocak 2012 Perşembe

Blogger'da Bir Sürreal Yazı


Evinde boş boş otururken canının sıkıldığını farketti kız. Bir gece öncesinde arkadaşlarının evinde alkolü fazla kaçırmış, eve nasıl döndüğünü bile hatırlamayacak durumdaydı. Ertesi gün ailesiyle bu sebepten yine kavga etmiş,odasında biraz oyalandıktan sonra kapıyı çarparak çıkmıştı evden.

 Bangır sesli kulaklıklarını kulağına taktı. Sesinden çevresi ve kendisi rahatsız olmadı. Çantasından bir ayna çıkardı. Saçlarını düzeltti, rujunu kontrol etti. Klasik dolu bayan çantasına attı aynayı hızla gelen taksiyi çevirme telaşı ile. Doluluktan kaynaklanan tok bir ses geldi çantadan. Aynanın kırıldığını düşündü. Taksiye yöneldi. Taksi onu görmeden gitti acelesi varmışçasına. Çantası dolu olan kız küfür etti. Çevresindekilere baktı. Kimse oralı olmadı. Kız daha da şiddetli küfüre başladı.
  Bir taksi daha geçti caddenin üzerinden gemi gibi kornaya bastı, şoför el salladı. İnsanlarda şoföre el salladı. Kız olan biteni anlamadı. Ne oluyor lan gibisinden baktı etrafına. Yepyeni bir otobüs geçti etrafı toz dumana katarak. Kızın az ilerisindeki durakta durdu. Yolcular binmedi. şoför indi. Otobüs yoluna devam etti. şoför yürümeye başladı.
 Çantasının içine attığı aynayı aradı, bulamadı. Kadın çantalarında zaten hiç birşey kolay kolay bulunmaz diyerek sitem etti sanki çantasını başka bir kadın doldurmuş gibi. Ayakkabısının altında bir çıkıntı hissetti. Yere baktı. Yerde kırık bir ayna gördü. Eğildi, sağ elinle kontrol edecekken aynayı, sol elini kesti kırık ayna parçaları. İrkildi birden kız. Ayna ne ara yere düştü diye düşünürken çantasında peçete aradı. Soğuk havada ayakları çıplak bir geri dönüşüm işçisi geldi kızın yanına. Kenarlı işlenmiş tertemiz beyaz bir mendil verdi kıza. Kız teşekkür etti. Kız su içer misin diye soracakken; asfaltı eritebilecek güçte, son model bir spor araba yanaştı geri dönüşüm arabasının yanına. Çıplak ayaklı geri dönüşüm işçisi şoför koltuğuna otururken yan kapıdan şık,pahalı giyimli bir adam çıktı. Geri dönüşüm arabasına yöneldi. İttirmeye başladı. Çöp tenekelerinde ki türüne göre ayrılmış çöpleri tek tek geri dönüşüm arabasının gerekli bölmelerine koydu. İttirerek yoluna devam etti caddenin köşesinde dönünceye kadar pahalı giysili adam...
 Kız çantasından su şişesini çıkardı, içindeki acımış meyve suyunu içti. elinin kanını sildi. taksinin durmayacağını düşünerek gideceği yere yürümeye karar verdi. Sağ adımını sol adımı izlerken yoldan   kapısı açık koltukları bomboş bir dolmuş geçti. dolmuşun koridor bölümünde eğilmiş insanlar vardı. Kız bakakaldı.
 Yürürken bir giyim mağazasının vitrinine göz attı. İlgisini çeken türdeki kıyafetleri tek tek inceledi. Arkasından tanımadığı, belki de hiç karşılaşmadığı bir adam yanaştı. Adam uzun boylu ve oldukça yakışıklıydı. Kıza kendisiyle dans edip etmeyeceğini sordu. Adam ellerini birbirine çarptığında birden müzik başladı ve kız ne yapacağını şaşırdı. Çok geçmeden çok iyi dans eden bu adamın kollarına bıraktı kendini. Bir anda bütün derdi bitmiş gibiydi. Suratında tarif edilemez mutluluk vardı. Gülüyordu kız. Hiç gülmediği kadar. Şarkı bittiğinde adam bu güzel dansı kendisine lütfettiği için teşekkür etti, bir karanfil çıkardı ceketinin iç cebinden. Kıza uzattı çiçeği ve koşar adım oradan kayboldu.
 Çok hoşlandığı bu adamın arkasından yürümeye karar verdi ki ortalıkta adam yoktu. Birden yüzü düştü. Dolu çantasından sigara paketini çıkardı. Bir sigara yakacakken çakmak bulamadı. Hemen dükkandan bir bayan çakmak uzattı. Sigarasını yakıp yürümeye devam etti.
 Telefonu çaldı uzun uzun kızın. Gene uzunca bir uğraşa buldu telefonu. Arayan numarayı tanımıyordu. Kim olduğunu sordu. Karşıdaki ses ona ''nasılsın?'' dedi. Hiç iyi olmadığı kadar iyi olduğunu belirtti kız. ''Biliyorum'' dedi karşıdaki ses. Nereden diye sorduğunda kız: ''Görüyorum,kapatıyorum şimdi.Bekle orada. Fazla geç kalmam...'' diye cevapladı.
 Telefonu kapattığında karşısında dans ettiği adam duruyordu. Kızın ağzı kulaklarındaydı. Ne diyeceğini bilememişti. Adama ismini söyledi. Adamda oda ismini bağışladı :
 -Azrail... Biraz geç kaldım özür diliyorum. Ama malum yıllar geçtikçe bir dünya savaşına gerek kalmıyor ani ölümlerde. Zaten sağolsun bir Amerika yetiyor. Irak-Libya-Afganistan... Ayrıca gdosu var, kanseri var. Hastalıklar aldı başını gitti. Adamlar gripten ölüyor. Kalp krizi, beyin kanaması... Bu kadar çok ölüm olunca işe yetişemiyorum. Kamyon kamyon ölü bekliyor. Arada kalanlar oluyor! Allah baba sonra bir fırça bir fırça!
- E ben?
- Sahte içki etkenini saymayı unuttum kusura bakma(!)


(Hikayenin sonunda Azrail'e konuşma yazamayınca daha önce defalarca okuduğum Şahları da Vururlarlar'dan yola çıkarak bir konuşma yazmak durumunda kaldım.)

25 Ocak 2012 Çarşamba

hassiktir be sezai!


ütopya haline gelmiş şehrin güzel ilçesine
içinden tramvaylar geçen şehre hasretle
kopyalıyorum ustanın şiirini
elimde beyoğlu çikolatası
hacı komünist'de okurdum şarabiyi
duvarında ferhan şensoy'un bu şiiri
şimdi ayakkabıcı olmuş.

beyoğlu'nda gezerim 
gözlerimi süzmeden 
şarapları içerim 
hiç doktora sormadan 

beyoğlu'nda şarabi 

hoşgeldin feran'ağbi 
yüreğim pek harabi 
boşver be feran'ağbi 
şarap verin hanıma 
orda hanım yok ağbi 
hassiktir be sezai 

beyoğlu'nda gezerim 

burada geçmiş hayatım 
şarapları içerim 
hiç elimde olmadan 

beyoğlu sakinleşti 

sıyrıldı maskesinden 
tramvay bomboş geçti 
istiklal caddesi'nden 
boş masada hayalin 
kimseye görünmeden 
şarap verin hanıma 
orda hanım yok ağbi 
hassiktir be sezai 


balo sokağa sızarım 
hiç kimseyi üzmeden 
bir intihar biçimi 
hiç de faça vermeden 


beyoğlu'nda gezerim 
burada geçmiş hayatım 
şişe aç be sezai 
burada bitsin hayatım 

17 Ocak 2012 Salı

Bensiklopedi Roma Rakamları ile Üç

 - Ben bu yazıyı yazarken 999 tık almıştık bu blog sayfasında. Senin sayende 1000'e çıktık. Evet sana söylüyorum. Teşekkürü bir borç bilirim efendim. '' Beni sizler yarattınız!'' gibi Zeki Mürence, yeşilçam terimi kullanmayacağım.
- Okuduğum okul sayesinde; 1 liranın ne kadar mühim bir miktar olduğunu anladım. Teşekkürler Ekremcim. Ayrıca 1 tl yi anladıkta geri kalan 8bin ne oluyor? O bir lirayı almazsanız okul mu batıyor?
- Benim güzel okulumda sigarada yasaklandı. Tabii önce biraz isyan etti herkes. Giriş turnikelerinin önüne küllük ve tabla konunca isyan azaldı. Okulun yemekhanesini, kantinini elinde bulunduran firmaya da sene başında tepki gösterilmişti. Tepki dediysem Facebook'ta. Okulum öğrencileri arap baharından ilham almış olacak ki facebook'ta örgütlenerek birşeyleri başarabileceklerini sandılar. Bilmiyorlar ki o etkinliğe gerçek hayatta da katılmaları gerekiyordu. Gene aynı şekilde söndü okuldaki sigaralar.
- Eğitim gördüğüm kur boyunca iki şey öğrendim : Birincisi kahve selülit yapıyor, ikincisi ; bebekler gece uyumuyor. Daha da birşey öğrenmedik zaten sınıfça.
- Gel gör beni
  Gateway neyledi.
 - Hrant Dink suikasti sadece 3-4 adam tarafından planlanmış, hayata geçirilmişmişmiş. Arkada hiç kimse yokmuşmuşmuşmuş. İnsan ne diyeceğini bilmiyor.  Ben birşey diyemiyorum elbet. Ama diyenlerden alıntılar yapabilirim :

  Dink ailesi: Bu kadarını beklemiyorduk!

Avukat Çetin: Bizim için bu dava yeni başlıyor.
 
Hrant Dink'in ailesinin avukatı Fethiye Çetin, mahkemenin kararı açıklamasının ardından Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi önünde yaptığı açıklamada, verilen kararın, yerleşik bir geleneğin bozulmadığını ve hiçbir şekilde bozulmasına izin verilmediği anlamına geldiğini söyledi.

Bu geleneğin, ''Devletin siyasi cinayetler geleneği ve devletin bir kısım vatandaşını ötekileştirerek yabancılaştırma geleneği'' olduğunu söyleyen Çetin, şunları kaydetti:
''Bu gelenek devam ediyor. Bugün bu kararla bir daha tescil ettiler. Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı, katliamcı, kundakçı gibi sıfatlarla yan yana alınmasından ve bu sıfatlarla birlikte telaffuz edilmesinden çok rahatsız olanlar, devleti bu sıfatlardan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmediler, ellerindeki fırsatı da ellerinin tersiyle ittiler. Kanlı ve acılı tarih ve bu tarihi yaratan gelenek de yüzleşmek, arınmak ve böylece yeni cinayetlere bir daha asla diyebilmek ve yüzleşebilmek için bu dava eşsiz bir fırsattı ama onlar bu fırsatı kullanmadılar ve kullanmak da istemediler.''
Çetin, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Daha düne kadar devletin ötekisi olmak ve hedefi olanlar, yani bugünün egemenleri, bugünün siyasileri, bugün kendilerini ötekileştiren gelenekle ittifak kurmuş görünüyor ama bilsinler ki bu ittifakları geçicidir, devlet dönüşmediği sürece geçicidir. Bu gelenek önce geçici müttefiklerini yiyerek, yok ederek yoluna devam etmiştir. Bugün bu kararla cinayet tetikçilerinin yargılandığı dosyanın ilk safhası kapandı ama bu dava bitmedi. Biten bir komedi dosyasıdır. Bizim için bu dava yeni başlıyor. Gideceğimiz pek çok yol ve kullanacağımız çok sayıda alan var. Bunların her birini büyük bir kararlılıkla kullanacağız. Karanlıkların sorgulanması, faillerin yargılanması ve bu dava biz 'bitti' diyene kadar devam edecek.''
  Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, ''Katillerin 'Evet, ben vurdum' demelerine, tetikçi olduklarını itiraf etmelerine rağmen, iplerini tutan isimlerden bahsettikleri halde mahkemenin aldığı kararı gördük. İşte bu kararın adı hukuk değil, ilahi hukuk komedyasıdır'' ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü: Türkiye'de adalet kendi kendini mahkum etmiştir
Uluslararası Af Örgütü, Hrant Dink davasında alınan kararla ilgili yazılı açıklama yaptı. Açıklamada; "Aslında bu kararla Türkiye'de adalet kendi kendini mahkum etmiştir. Bu karar Türkiye'de iktidardakilerin her zaman korunacağı ve insan hakları ihlallerinin sorumlusu devlet görevlilerinin de cezalandırılmayacağını söylüyor. Devletin ihlal ve ihmali görmezden gelindi ve cinayette rolü olanlar yargılanmadı. Bu kararın, Hrant Dink için adaleti yerine getirmekle hiçbir ilgisi yoktur" denildi.
  ( Kaynak : http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=308484&kw=Mahkemenin+karar%FDna+b%FCy%FCk+tepki)

15 Ocak 2012 Pazar

Eğri Oturup, Medya Konuşalım


 Atv Haber Bülteninde rastladım Erdil Yaşaroğlu'nun Guinness Rekorlar Kitabı'na giriş haberine dün akşam. Ben cumartesi öğlen öğrendim haberi arkadaşımın kişisel facebook hesabında paylaşıp,etiketlediği videodan. Normalde Atv pek açık olmaz evde. Açık olsa da haber bültenlerinde özellikle açmayız. Bunun sebebi Atv'nin Çalık Grubunun elinde olması buna bağlı olarakta biraz daha yanlı haber yapmasından olabilir. Az biraz etkiler insanı tabii. Ama tam olarak ondan da değil aslında. Çünkü hangi medya kuruluşu iktidarın karşısında özgürce haber yapabiliyor. Doğan Medya mı? Doğuş mu? İktidar baskısı olmasa bile başka kurumların baskısı olabilir. Mesela haber bülteninde İstanbul'da aşırı yağış uyarısı, şemsiyesiz çıkmayın sakın vatandaş! haberi yapılsa halk bunu dinleyip, şemsiye ile çıksa sokaklara her yağmur yağdığında hemen köşebaşlarına dikilen şemsiyeci amcalar ne yapsın? Onlar ya sendikalaşıp, medya gruplarını protesto edip,taşlı sopalı saldırı düzenleseler? Yani illa birilerinin baskısı var. Baskı dediğin illa iktidar tarafından yapılmaz ki... Hem İçişleri Bakanımız İdris Naim Şahin '' Bugün ülkemizde hiç olmadığı kadar özgürlük ve demokrasi var'' diyor.
 Atv Haber Bülteninde rastladım dün ; Erdil Yaşaroğlu konuşuyor, arka fonda Serkan Altuniğne karikatürleri yansıtılıyor ekrana. Haberi yayına hazırlayan haberci arkadaşlar hiç mi araştırmıyorsunuz haberini yaptığınız adamı. Bu adam nedir, nasıl çizer diye. Madem mizah dünyasıyla pek alakalı değilsin, google'a Erdil Yaşaroğlu karikatürleri yazıp görsellerde de mi aratamıyorsun? Üşendiysen bile google seni hoş karşılayıp erdil yazsan devamını o getirir.
 Şu konuya gelmek istiyorum özellikle : Araştırmacı gazetecilik dönemi tam anlamıyla kapandı. Artık araştırmacı gazeteciliğin yerini bir yerden duyma twitter bültenleri aldı. İşin kötüsü gazeteler bile twitterdan gördüğünü haber yapabiliyor günümüzde. Bir araştır, sor, öğren.
 Buna en güzel somut örneği bünyesinde bulunduğum İnci Sözlük platformunun kurucusu Serkan İnci verdi. Bir gün ortalıkta hiç birşey yokken olan biten kısmında ; sözlüğü bir bilişim firmasına sattığını söyledi. Tüm yazılı,görsel, sosyal medyada haberi oldu. Ama hiç kimse bu haberleri yaparken İnci ile irtibata bile geçmedi.
 Keşke haber kanallarında Nazlı Ilıcakların, Oral Çalışların değil de Uğur Mumcuların olduğu zamanlara, yeni yaptırıp,taşındığı medya binasını anlatmakla,övmekle bitiremeyen bir haber kanalı genel yayın yönetmenin değil de bünyesinden sırf muhalif diye çıkarmak zorunda kaldığı gazetecileri savunabilen, arkasında duran bir yayın yönetmenin olduğu zamanlara yetişebilseydim diyorum kendi kendime.

Nazım 110 Yaşında*

Hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
           birbirimizi
ve insanların en büyük dâvasını sevebildik
                                                — dövüştük onun uğruna —,
«yaşadık»
                 diyebiliriz.
 Nazım Hikmet RAN

(Ustanın doğum günü 15 Kasım fakat nüfusa yazılışı 15 Ocak olduğundan bugün de kutlayalım dedim.)

7 Ocak 2012 Cumartesi

Şahları da Vururlar'dan

Garip oyun şu satranç
Önde piyonlar durur utangaç 
Fonda vezir sanki zangoç 
Şahlar zulada dururlar berdaim güleç 
Ve minel garaib oyun-ül-sadrenç
Cüm çak çiki çak çiki çiki çak. 
Sağını kollasan soldan bir atak 
Arkaya tükürsen şah Önünü sallasan düşmana çarpacak 
Cüm çak çiki çak çiki çiki çak 
Herkesin görevi şahı korumak 
Şaha görev kalmamış, adam ne yapsın 
Şah alınmıyor, şah verilmiyor 
Savaşlarda kumandanlar öldürülmüyor
Cüm çak çiki çak çiki çiki çak 
Piyonlar şahı koruyor 
Şahların kibiri bu yüzden işte 
Piyonlar sürekli iki ateş arasında 
Piyonlar halk işte 
Ama bilmiyor ki şahlar 
Piyonlar olmasalar 
Şahlar mat olurlar. 

 Bu oyunun sahnede ORTAOYUNCULAR tarafından oynanışını izleyemediğim için çok üzülüyorum, dünyaya geliş zamanlamama küfrediyorum.

5 Ocak 2012 Perşembe

Bensiklopedi Roma Rakamları ile İki

- Sunay Akın çok değişik bir ağbimiz. Birşey anlatırken o kadar heyecanlanıyor ki bu heyecan karşısındaki fikirlerini beğenince çocuk sevincine dönüşüyor. Ay Hırsızı da güzelmiş bu arada. Hangi arada?
- Star satıldığında bu kadar değişeceğini tahmin etmemiştim. Doğuş Grubunun Sahibi Bey Amcaya bizi ''Sihirli Annem'' den kurtardığı için teşekkür ederim. İkinci Bahar'ı da izliyoruz güzel güzel.
 Star demişken logo meselesine bir tek ben yorum yapmayım bari. Sözlükler doldu taştı logo başlıklarıyla. Starın tanıtımlarında tek güzel olan şey Demet Evgar bu arada. Hangi arada?
- Son birşey : bence Starın grafikler de hiç olmamış.
- Vedat Özdemiroğlu kampanyası gibi : İnsanoğlu kuş misali, bir orada bir burada... Hemen Bitsin!
- Yeni yıl geldi, tarih atacağımız yerlerde 2011 yazma yanlışlığımıza karşı önlem almalıyız. Ki yapılır muhakkak.
- ''B kurunu atlayım, kesin ders çalışmaya başlıyorum.'' yargı cümlesi koridorlarda çınlamaya başladı. Hemen sese kulak verip, ben de kurdum bu cümleden.
- Türk medyasının işi gücü yok sanırım. 1 Ocak'tan beri büyük ikramiye ödülünü kazanan dedenin peşinde.  Bu sabah ki haber bültenlerinde de vardı dedeli haber. Gönül arka fonda dedeler müziği çalsın isterdi tabii ki.
 - Şu tasoları zamanında atmasaydık şimdi ne güzel oynardık. Ne de özledim.
  Çıt yok lan Çıt yok! Alttan Çıtlatmak yok!...
 - Birgün bir çılgınlık yapıp Twitter'a bodoslama dalıcam. Arka fonda Bir gece ansızın gelebilirim de çalıcak. Ya ve da ayrı üniversite yerleştirme sonuçları açıklanırken öseyeme'nin dandik sitesine kadim dostum ismi lazım değil baş harfi boş muhabbet ile birlikte yaptığımız gibi Mehter Marşı ile giriş yapıcam.