21 Temmuz 2014 Pazartesi

Tanrının Kadınları ve Doğum Günleri


"Tarihte doğum günleri için yazılmış sayısız mektup vardır. posta gecikmeleri nedeni ile alınamayan doğum günü tebriği karşı tarafın ne kadar da düşüncesiz oluşunu akıllara getirse de devrisi gün gelen mektup ile birlikte önyargılarınızı da başka bir yere saklayabilirsiniz. ön yargılarınızı gerektiği zaman sakladığınız yerden çıkarıp tekrar kullanabilirsiniz. hep süreç içinde insanoğlu böyle yapmıştır. Ön yargılarını defalarca yırtıp, çöp kutusuna atamamıştır.
Doğum günleri için yazılmış sayısız mesaj vardır. "Nice senelere cnmmm:)))" işin ne kadar samimyetsizi olduğu kadar "Doğum günün kutlu olsun" da bir o kadar klişedir. Bu yüzden kendinden bir şeyler katamayacağın insanlara karşı mesaj atmamak işin en doğrusu gibi gözüküyor."
 Sence durumumuz mizahi öğeler mi taşıyor? Senden güzel bir doğum günü yazısı istedik alt tarafı, hayatı tiye almayı bırak ve topla kendini. İnsanların okumak istediği bunlar değil. İnsanlar kendinden birşeyler arıyor yazılarda ve bunlar da otomatikman tirajlarımızı etkiliyor. Unutma; maddi kaygıları olan bir dergi için tiraj yapılan edebiyattan daha değerlidir.
 - Devamını okusaydınız..
 - Ne gerek var, şimdi çık dışarı ve yeniden yazmaya başla. Ben de yazabilirdim, sana ihtiyaç bile duymazdım fakat bu ay ki Selim İleri röportajı için hazırlanmam gerekiyor. Bir de Emrah Serbes röportajım var da ona hazırlanmaya gerek bile yok. Bir gezi konuşulur oradan Beşiktaş e haliyle Fikret Orman. Hoopp! bir bakmışsın AKP, e bu da güzel tiraj getirir... İstanbul'un silüeti bohemlere edebiyat yaptırmak için değil, müteahhitlere para kazandırmak için var... Bunu ne zaman kabul edeceksiniz bilmiyorum. Kişisel ütopyalarınızda yaşamaktan vazgeçip, gerçek dünyayı görmeniz için greyderler mi gezdirmek gerekiyor geleneğinizin göreneğinizin üzerinde...
  Yazan, editörün sözlerinden sıkılmış, gözlerini sağda solda gezdiriyordu. İçinden kendi kendine konuşuyor, gülümsediğini fark ediyor, editöre türlü türlü işkence şekilleri kurguluyordu. Daha da gülerken, editörün bir şey mi var, komik şeylerden mi bahsediyorum azarlı sorusuna -hiç cevaıbını veiyor. Çıkmak için izin istiyor. Editör de konuşmasını virgül ile bitirdiğinden devamı getiriyor, çıkma hayalleri editörün masasındaki suya düşüyor, suyu editör içiyor...
 Yazan bir türlü neden bu derginin açıklama metninde aylık kültür sanat dergisi yazdığını bir türlü anlayamıyor, bu anlamazlığın içinde kayboluyordu. İşin daha da yürek kakan kısmı; onun burada ne işi olduğuydu. Asla tekrar dönmek istemediği bankadaki masasında her şeyini bırakarak kaçmıştı. Çoğu banka tarafından da kara listeye alındığından tek gelir kaynağı olarak yazı başına telif aldığı kültürsüz kültür-sanat dergisi kalmıştı. Birkaç gazetenin kitap eklerine başvuru yapmışsa da geri dönüş olmamıştı. Hayatını yazarak kazanma isteğini ailesine bildirmiş -hobi olarak yazması gerektiği-ne karar verilmiş, iktisat okumak durumunda kalmıştı.
 -... Doğum günü temalı yazı kurumumuzun doğum günü olduğu vurgusu olmasın. Diğer yazarlardan da bu tarz yazılar istedim, unutma mizah yazısı değil! Hayır sanki bankada veznedar değil de stand-upçıydın...
 - Veznedar değil efendim, operasyon yönetmeniydim...
 - Her ne boksa işte. Şimdi çık ve en geç üç güne yazıyı masamda istiyorum.
  Ne işim var burada amınakoyayım diyerek çıtkı yazan. Biraz alkol limanına sığınmak istediğini fark etti. Her zaman gittiği bara yanaştı. Kendine bir bira söyledi, yanına bir kız yanaştı. Bir buçuk metrenin ırzına geçmeye çalışsa da pek başarılı olamamış uzun kızıl saçlı bir kızdı. Saçlarına aksesuar olarak kondurduğu gözlüğü ile muntazam güzellikteydi. Yanına yanaşmasına zaten hayret ediyorken kız bir anda telefonunu çıkararak böyle bir mesajı yazan adamı üzdüm ben diyerek lafa girdi.
  - Başkalarının mesajlarını okumayı uygun görmüyorum.
  - Büyük yazarların sevgilileri için yazdığı aşk mektuplarına hiç mi rast gelmediniz bayım?
 - Bunun bu şekilde kıstas edilebileceğini düşünmüyorum, sonuçta yazarlar halka mal olmuştur.
 - Siz hiçbir yazarla tanıştınız mı bayım? Kendilerinin bu durumdan şikayetçi olmadıklarını nereden biliyorsunuz? Ve ben bu adamın kendisi hiçbir zaman kabul etmese de bir yazar olduğunu düşüyorum. Kulladığı dil ile insana -evet ya, gerçekten böyle. dedirtebiliyor. İnsanlara bildiği şeyleri fark ettirmek yeni birşey öğretmekten zordur. Yazdıkları için birkaç edebiyat dergisi ile görüşmesini söylediğimde oraların edebiyattan çok ego tatmin etme aracı olarak kullanıldıklarından şikayetçiydi. Ve o yazar değildi...
  - Doğru söylemiş...
  - Bugün tam bir yıldır görüşmüyoruz onunla. Bir yıl oldu her yerden çıkardım onu sırf unutabilmek için, aslında arkadaş olarak kalmak isterdim. Ama bencillik olurdu. Bunu teklif bile edemedim, o da kabul etmezdi. Ama mesajdan sonra sırf özlediğinden arkadaş olmayı bile istediğini söylüyor ya, bu sanırım en büyük kaybedişidir. Yoo kendimi hayatın merkezi olarak gördüğümden değil bayım, tamamen beni saf duyguları ile sevdiği için böyle düşünüyorum. Yaşanacak güzel şeyler vardı, benim yüzümden erkenden gittiler. Ve ben kendimi affetmedim. Ne düşünebileceğimi bilmiyorum. Çenem de açıldı fakat konuşacağım kimsem de yok etrafımda. Bu yüzden size anlatıyorum bayım.
  - Alnımı gökyüzünden başka bir yere yaslamazken çok günler geceden arda kalan bayat fıstıklara dayamış olarak kalktım. Sevdiklerini üzmemek için elimden geleni yaptığımı düşünerek gezdim bunca zaman. Hem normal bireyler sevdiklerini üzmemelidir. Alışmıştık birbirimize. Sana çok şey vaad edemezdim ama mutluluk garantiydi. Mutsuzluğu da yaşamaya razıydım. Her dıoğum günleri biraz daha yalnızlaştırıyor insanları. Geçen zamanla yanında olanlar birbir terketmeye başlıyor seni, sadece bu günde anlıyorsun aslında. Diğer günler umrunda bile olmuyor. Ben o günler hala damla sakızlı dondurma yemiyorum mesela. Hala fotoğraflarına bakıp gülüyorum. Sırf sen değişmemi uygun gördüğün için değiştim, hiçbir zaman yapmayacağım şekilde. Ama ben bu gece yine yalnızım. Değişmenin bana dahi kimseye faydası olmamıştı. Birkaç kültürel faaliyette bulunduğum kız harici. Tiyatroya yetişmek için koşmuştuk, koştuk ve yetiştik. Şuan ki halimle değil koşmak, yürümeye bile üşeniyorum. Alkol kurumlarından aldıkları vergiye acıdığımdan, -bizim için üretiyorlar bunu, ve  o kadar vergi vermek zorunda kalıyorlar,  e o zaman iktidarla verdikleri bu mühim savaşta yanlarında olmalıyım düşüncesi ile tüketiyorum.- Bilinçli bir tüketici olmayı öğrenmiş bile olabilirim yokluğunda. Bir çok şeyi öğrendim de sensizliği öğrenemedim. Öğrenmeye çalışıyorum dediğim anda çıktın geldin, hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Borç aldım. Kendimde olmayan kelimeleri sırf seni üzmek için başkasından aldım, üzmek de demeyelim de gerçeği fark ettirmek için. O mesajları atarken ne hissediyordum bilmiyorum, üzüldüğünüze sevindim sanırım. Şans istediğimde, insan sevdiğine şans verir düşünceleri yankılandı beynimde. Doğumunun lanet olarak görüyordun çoğu zaman ya; öyle değil. İyikisisin. ve bir insanın iyikisi olmak bile öyle bir lanetin olmayacağını düşündürür. Gülmek sandığın kadar siyah beyaz bir eylem değil, gülmek renklidir, yeni  yaşında yaşamını renklendirsin, gülüşlerin. Eğer gülersen, herşey daha güzel olacak, İstanbul'dan bile.. Seni yine ben güldüreyim, kaybettim. Arkadaşın olayım, ama yine ben güldüreyim. İyikisin  Yine yazamadım.
  - Kaybettiğini kabul etmek de çok onurlu bir davranışmış.
  - Yorumunuz bu mudur yani Bayım?
  - Herkes şiir okumaktan çok şairlik yapıyor memlekette. Çok basit bir metin, her red yemiş insanın yazabileceği sıradan cümleler fiyaskosu. Kendinizi suçlu hissediyorsunuz ve birinin onun yazdıklarını takdir etmesini ve böylece bir parça olsun rahatlayabileceğinizi düşünüyorsunuz. Ya da ego tatmini... Madem bu kadar etkileyebiliyorsa onunla bir olmayı deneyebilirdiniz.
  Kadın elindeki kadehteki üzümlerden daha da kızarmıştı. Bir anda kalktı gitti. Kadının arkasından editörünün söyledikleri geldi aklına, gülümsemeye başladı. Eve dönüp okuduklarından arta kalanların üzerine bir şeyler ekleyerek yazdı. Daha fazla doğum günü imgeleri ile doldurdu. Yazıyı ertesi sabah editörün masasına bıraktığında, napıyorum lan ben diye düşünmüşse de editörün büyülenmesi onun ne edebiyattan ne yönetimden anlamadığının kanıtı olarak görmüş, hoşuna gitmişti. Yalnız sadece adamı düşünüyordu içten içe. Tanrının kadınlara üzmek gibi bir görev vermiş olduğunu düşünüyordu. Seksist bir yaklaşımdan sık sık kaçan yazan, edebiyatın acıdan beslendiğini bu yüzden de büyük edebiyatçılarının neredeyse hepsinin erkek oluşunu buna bağlıyordu. Bir ilişki için kadınların istemesi yetiyordu. Kadınların üstte olmak istemesi tamamen yaratılıştan geliyordu. Her şey onların istekleri doğrultusunda şekilleniyor, tanrının kadınları sevdiği bütün duyu organları ile anlaşılabiliyordu.
 Yazıyı bastılar, dergi ne kadının ne de yazarının eline ulaştı. Yazan son yazısını yayımladı o dergide, kitapların sarısına sığındı ikinci el kitaplar satan bir Beyoğlu sokağında. Yazısını izinsiz olarak kullandığı adam gibi konuşuyor her erkek müşterisi ile. Selim İleri  hiçbir kitabını okumadığı röportaj yapmak üzere evine giden editörü nazik bir dille kovdu, Emrah Serbes ise editörün kalın çerçeveli gözlük kullanmasını uygun bulmayarak, gözlük camlarına attığı bir kafa ile onu zorunlu lens kullanmak durumunda bıraktı.
  İstanbul hala edebiyatçıların en güzel şiirlerine, öykülerine konu olmaya devam ediyor, müteahhitlerin ve işçilerinin çalışmadığı, güneşin Galata Kulesi'nin arkasına saklandığı zamanlarda...
 Yine yazamadım...

(Çizim Levent Cantek'in kişisel blog adresinden alınmıştır.)

11 Temmuz 2014 Cuma

Vapur Dumanı Martıları Boyamaz


 - Ne mutlu İstanbul'u yaşayana ve yaşayacak olana...
 - Ne kadar güzel konuşuyorsun...
 - Ben konuşmuyorum. Haldun Taner konuşuyor. Evet biraz güzel konuşmuşluğu vardır.
 - Tanışıyor musunuz?
 -  Ortada ikinci çoğul kişi ekini kullanacak bir durum yok! Tanışıyorum da o beni tanımıyor. Arkadaşımın arkadaşı. Her sabah odamın penceresinden selamlayarak gidiyor Haydarpaşa'ya doğru. Arkadaşları ile birlikte zarar gören çatısını tamir etme istekleri var fakat elleri kolları bağlı.
 - Neden? Tarihi bina olduğu için izin mi gerekiyor restorasyon için?
 - Yok elleri kolları cidden bağlı, tüylerden oluşmuş, o naif kanatlarıyla nasıl tutsunlar çekici?
  - Ne diyorsun hiç anlamıyorum seni.
  - Haldun Taner'in en iyi arkadaşları martılar. Biz de zaten bir sabah işe gitmek için kalktığımda tanışmıştık, saatimin alarmından rahatsız olmuşlar olacak ki kapatmak ihtiyacı hissetti; özgür sinek ordusunun binaya girişini engellemek üzere konuşlandırılan sinek tellerinden giremedi. Kulağımın dibindeki iğrenç gürültüyü duymayan ben martının seslenişini duydum. Apar topar hazırlanıp, fırının yolunu tuttum. Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği ile birlikte günün en önemli öğünü. Diğer öğünleri atlasanız da kafii. Hem Haldun Taner'in de illaki bu öğün hakkında dediği şeyler olmuştur, yazın hayatı kaydetmese bile. Da siz kimsiniz? Ben niye sizinle oturup Kadıköy'de Sarıyer Böreği yiyorum. Ayrıca ortada bir Sarıyer Böreği varsa biz neden Sarıyer'de yemiyoruz?
  - ...
 Vapurlar emekli oluşunu bekleyen devlet memurlarının dairelerine girişi gibi yanaştı limana. Yorgundular. Şehrin curcunasından uzaklaşıp bir ege kasabasına demirlenmek istiyorlar. Bazıları ise vasiyet olarak Akdeniz açıklarında batırılmak istiyorlardı. Birazda balıklara ve diğer deniz canlılarına hizmet etmek istiyorlardı.  Vapur limandan eli çantalı genç hanımefendilerden sonra kulağı telefonlu beyefendilere daha sonra da bana ulaşım özgürlüğü tanıdı. Daha sonra bir bebek arabası aldı. Bebek arabasının içindeki bebek kaptana yavaş kullanmasını tembih ettiyse de kimse duymadı.  Kalabalıkta kaybolma korkusu ile o şehre turistliğiniz flört ederken en büyük dostunuz Gugıl haritalar. Zaten her yol denize çıkıyor, denizden buluyoruz yönümüzü. Bu deniz Balıklıova'ya da çıkar ha!
    Vapur ana-baba çekirdek ailesinden çok geniş aile günüydü. Rüzgar bu sıcak yaz gününde vantilatör görevi görüyor, ruha gezi hakkı tanıyordu. Bir diğer önemli görevi tarihi binaların tozunu almak olan rüzgar gözündeki yaşı da sildi Zarife'nin. Zarife Kadıköy-Beşiktaş güzergahında yan flütü ile dinleyicilerine resital veriyor, notalarının üzerine göz yaşı da serperek ortaya leziz bir müzik çıkarıyordu. Kahramanlıklarından sonra isim alan Orta-Asya Türk toplumlarındaki beyler gibi bu ismi ona ben verdim. Kulağıma gelen hoş zarif melodiler onun bu ismi hak ettiğini gösteriyordu. Narin boynu, parmakları...
   Marmara bir sürü gemiyi usanmadan taşımaya devam ediyordu. İstanbul iyi bir müzikçalar olsa gerek. Her yerinde güzel bir parça iile eşlik ediyor manzaraya. Vapurlar geçerken kulağımıda hayallerdeki yarin sesi ütopyalar güzeldir diyor. Her bir nokta ayrı bir şarkıya sahip. Zarife de bunun bilincinde olacaktı ön planda olan silüete uygun şarkılar seçiyordu. Seçtiği müzikler herkesin nakaratına dahi olsa eşlik edebileceği türdendi. İnsanların dudaklarından okuyabiliyordun mırıldanışlarını. En köşedeki güneşin kelini parlattığı eli Cumhuriyetli Amca yağmurun elleri şarkısını Nihavend makamına uydurduysa da  nakaratta en ufak bir yanlışlık yapmıyordu.
  Sevmesem incinir, sevsem incinir renk skalası bir kız, emekli bankacı Dikili görmüş, güzelliğini unutamamış amcanın yanındaki boş oturağa oturdu. Çuvala benzer, çeşitli kumaşlarla yamanmışa benzeyen çantasını yavaşça yere bıraktı. Çantasını nazikçe yere bırakması kırılacak bir eşya taşıdığını düşündürttü. Etrafa turist gözlerle bakmaya devam ettim. Çantasından Büyük Saat'ini çıkardı. Neden çantaya çıt kırıldım şeklinde davrandığını anladım. Zarife'nin notalarına Uyar'ın dizelerini karışıtrıyordu. Acaba kendi mi almıştı o kitabı? Eğer hediye edildiyse büyük ihtimalle şiirin elinde ne kadar da güzelleştiğini bilen bir çocuk tarafındandır. Tarihte şiir ve sevgiden anlamayana şiir kitabı hediye edilmesi gibi yanlışlar yapmış biri olarak o çocuğu kıskandım. Hangi şiiri okuduğu merakı sardı dört bir yanımı. Acaba başka hangi şairleri okuyordu? Ülkü Tamer'in virgülü ile tanışmış mıydı? Zarif Şair'i biliyor muydu?
   Vapura binmeyeli uzun zaman olmuştu. Karşıyaka'ya vapurla geçmeyeli. Çarşı'da dolaşmayalı. Bostanlı Açıkhava Sahnesi'nde oyun izlemek için aldığın biletlerin elinde patlamayalı diye düşünerek indim vapurdan. Zarife indi mi bilmiyorum. Toplumsal bir yaradan ibaret olan toplu taşıma aracından inemeyeceğim korkusu ile limana on kala geminin burnundaydım. Liman görevlisi halatı bağlamam için bana gönderdiyse de ona -yok anasının örekesi bakışı attığımda yaptığı yanlışı fark etti. Aslında o halatın arkamdaki görevli için atıldığını anlamamla asıl anasının örekesinin benim için kullanılması gerektiğini anladım.
 Duraklar, o duraklarda durma fiilini gerçekleştiren mor otobüsler ne kadar da yabancı. Bilmediğin şehrin bilmediğin otobüsleri. Yavaş şehrimin sabah telaşı var her dakika bu kentte. Bir aylık sığınma talep ettim bu şehre. Bir gece kendi kendimi kaçırdım bir valizde. Valizin büyüklüğü kaçışımı yavaşlatsa da Mehmet Güreli, Mahir Ünsal Eriş, Gabriel Garcia Marquez'i de koydum içine. Marquez İspanyolca bir şeyler söyledi, Eriş Gençlerbirliği üzerine dönen oyunları anlatmaya koyulduğunda Güreli, Mahir Bey ve bıyıklarını sükunete davet etti. Kibar adamdı Mahir Ünsal Eriş, sustu. Mahir Bey'in kırıldığını  anlayan Gürel'i onun gönlünü almak için Erdek'ten, Çanakkale'den bahsetmeye başlayınca Mahir Bey'in bıyıklarının altında İzmir kadar sıcak bir gülümseme yerleşti.
 Boyunbağı yerine fotoğraf makineli insanlar olarak bağımsızlığımızı ilan edebilecek sayıdayız. Eğer bir hafıza sorununuz yoksa tarihi binaları ölümsüzleştirmek için birkaç bin lira harcayıp fotoğraf makinesi satın almak çok absürt. O işi Gugıl Görseller sizin için yapıyor. Böylece doğru görüntüleri çekmek için zaman harcamanıza gerek kalmıyor. Dışarıdan bakıldığında pek kullanılmadığına dikkat ettiğiniz beyin, görüntüleri hafızaya kaydettiğinizde yaşlanınca alzheimer hastalığı belirene kadar koruyuor.
Hafıza sorunumuz olmasa da yeditepeli kentin göbeğinden çekiyorum pamuklaşmış bulutları. Unutma hastalığına yakalanmak istiyorum. Herkesi her şeyi unutup rant temelli şehirde sürekli arayışlarımı sürdürmek.
Aynı şehirde olduğunu bildiğin insanların bir telefonla iç rahatlatıcı yardımcılığı. -Kaybolursan ara!- temalı konuşmalar navigasyonun hala çok gereksiz birşey olduğunu düşünmemi sağlıyor.
Burayı nasıl bırakabileceğimi düşünüyorum Şişhane'ye yağmur yağmazken.
Dalga seslerinin artışını duyuyorum, köpekler hep bir ağızdan o seslerle yarışmak için havlıyorlar...
  - Kalk oğlum kalk! Sahilde uyuyakalmışız, bok var içiyoruz bu kadar!
  - Oğlum staja geç kaldım, e martı sesi de duymadım...
  - Ne stajı ne martısı amına koyayım, kalk gidelim de yatalım, kalkınca denize geliriz. Gene gün bitecek. Saat sabahın altı buçuğu...
  - Bu deniz Kadıköy'e çıkar mı lan?
  - He çıkar amına koyayım...