30 Aralık 2011 Cuma

Bensiklopedi

 - Tamam kitap okumak çok güzel birşey fakat ne olur yolda yürürken okumayın. Hayır kime ne ispat etmeye çalışıyorsun yolda yürürken kitap okuyan sayın arkadaşım?
 - Hakan Günday hakkında ufak bir eleştiri getirecekken, ortamdaki kız arkadaşlar tarafından recmediliyordum. Bu kadar sevilmesinin sebebini tabii ki onu okuyarak anlayabiliriz diye düşünmekteyim. Evet ben henüz hiç okumadım.
 - Hayatımızda İzban diye bir gerçek var. Doğru orantılı olarak Tabii ki de ineceğim durakta inemeyeceğim korkusuyla kapının kenarından ayrılmayan amca ve teyzeler var. O amca ve teyzeler yüzünden trenden inip,  trene binemeyen var. Böyle olunca da haftada bir muhakkak bağırmalı, çağırmalı kavga var.
 - Okulda sıkıntıdan peş peşe sigaralar yakmak istiyorum, birbirini devamlı izleyen püfür nikotin üflemek istiyorum ozona. Ki ben sigara içmem.
 - Parayla umut satın almanın en güzel örneği milli piyango yılbaşı özel çekilişi. Herkes kendince güzel hayaller peşinde. Ki hayaller zaten güzel olur. Bu hayalleri dinlemek bile güzel geliyor insana.
 - Yeni yıl eğlencesi gibisinden birşey yaptık sınıfta. Sınıfta çekilişe katılmayan tek vatandaş olduğumdan yadırganmış olabilirim. Herkes birbirine hediye verirken, öğretmenin arka fonda jingle bells çalması, ömrümden birkaç yılımı götürmüştür. Teşekkürler.
 - Ne İşim Var Benim Burada Adamı Tunç gibiyim hergün okulda. Harbiden ne işim var lan benim burada? ( Ne İşim Var Benim Burada Adamı Tunç Leman'ın usta çizerlerinden Kaan Ertem'in bir karikatür tiplemesidir.)
 - ''Klasikler ne kadar da sıkıcı öyle. Dosteyevski'nin Ana kitabına başladım da sıkıldım bıraktım. Ben kitap okumam da işte arada böyle Elif Şafak falan okurum.'' iki arkadaş otobüste oturuyor, biri bu cümleyi kurdu. Usulca uzaklaştım yanlarından, başımı kıçıma soktum utancımdan. Dostoyevski ve Ana mı? Hay ananı...

23 Aralık 2011 Cuma

Otobüsistan

 Sol ayağınla giriş yaptı otobüse dersten kaçıp durağa giden renkli lenssiz renkli gözlü üniversiteli kız. Gelen otobüsün eskiliğine söylenerek bastı kentkartı manyetik kart okurmatiğe. Arkasından binen yaşlı teyze ayıpladı kızı, ilk o binmedi diye. Teyzeler otobüsün velinimetidir ana düşüncesiyle, sol ayakla giriş yapmak uğursuzluktur diyerek girizgaha başladı. Boş otobüste oturduğu koltuğun yanına ilişti nasihat vermeye bayılan teyze güzel gözlü kızın. Konuşmanın gelişme bölümüne başladı panellerdeki konuşmacı edasıyla kızın ağzını açtırmayarak.
 Duraklar hızla geçiliyor, otobüs balık istifiyle doluyor, kendinden büyük çantayı taşımakla görevli ilkokul çocukları ezilme tehlikesini bir türlü atlatamıyor,otobüste sürekli boşluk arayan amcalar dolup taşıyor, liseli ergenler gereksiz gereksiz gülüşüyorlar, teyzeler günden geliyor, ev sahibinin arkasından dedikodu yapıyorlardı. Teyzeler olmasa sizler birer hiçsiniz teyze ise güzel kızın ailesini,soyunu,sopunu araştırmak konusunda ki gayet mitçi bir tavır sergiliyor,soruşturmaktan usanmıyordu. Kızın okuldan sıkılmışlığına bir de teyzeden sıkılmışlığı ekleniyor, müzik çalarına davranıyordu. Müzik çalarını çantasından çıkarırken teyze de onun o hareketine engel olurmuşçasına:
 - Bu kulağa takılan ufak ufak şeyler çok zararlıymış. Sabahleyin kendini doktor sanan sunucuyla, kendisini sunucu sanan doktorun programında izledim. Beyne zarar veriyormuş. Bak ne kadar da güzel bir kızsın, kendine ne diye zarar veriyorsun? Gel ben sana torunumu anlatayım. O da İstanbul'da hukuk okuyor. Çok çalıştı ama o. İnanır mısın? Bayram günlerinde rahmetli ile benim elimi öpmeye gelirken bile kitaplarla, ansiklopedilerle gelirdi. Hep ders çalışırdı. Bir gün annesi kitaplarını sakladı da... Aman Allahım! Gören de canını alıverdiler zannedecekti...
 ''Sen ne okuyordun kızım diye sordu renkli lenssiz renkli gözlü kıza. Kızın hayattan beklentisi kalmamışçasına ve bıkkınlıkla ''işletme'' cevabını verdi. Teyze bir an Güzin Abla'ya bağlayarak:
- Sen şimdi tam olarak ne yapıcan? Bildim şimdi bildim. Bizim yan apartman komşusu Ayten'in oğlu okumuştu işletme. Hem de büyük bir üniversitede. Bak adını bilemedim şimdi üniversitenin. Ankara'da mı okumuştu o? Yok yok... Ama çocuk şimdi babasının dükkanında duruyor. Tuhafiye dükkanları var onların, az çok ta geliri var. Üzülme ama sen. Sen akıllı bir kıza benziyorsun, güzelsin de  iş bulursun... Bulmasan da ne olacak ki? Bizim torunla tanıştırayım mı seni? Annesiyle teyzesi konuşuyordu geçen gün asosyal mi ne dediler benim torun için. Tabii dersleri de ağır ya. Hep ondan. Yoksa çok yakışıklıdır benim torunum. Gözünün feri kaçtı valla, dedi teyzesi. Dur fotoğrafını göstereyim sana. Cüzdanımda olacaktı...
 Kız gittikçe yersizleşen ve anlamsızlaşan bu konuşmayı bir türlü kesemiyor, cam kenarında oturduğu için de bir anlık sinirle kalkamıyor, kalkmaya çalışsa da torunu hukuk okuyan teyze buna izin vermiyor, ineceği yere daha çok olduğunu söylüyordu. Kız, ineceği durağı ağzından kaçırdığının verdiği hüzünle kafasını cama vurmak istiyor, içini kara bulutlar kaplıyordu.
 Otobüs dolmaya devam ediyordu, sanki yer varmış gibi. Otobüsün şoförü sağa sola küfürler sallıyor, kornaya basması çok hoşuna gitmiş olacak ki sürekli o çirkin sesi trafikteki insanlara dinletmek durumunda bırakıyordu. Şoförün her daim yardakçısı olan şöfor koltuğu arkasında oturan amca sürekli şöforu gaza getiriyor, trafik terörüne teşvik ediyordu. Amca bazen trafik teröristi şoförle bağını koparıyor, kafasını arkaya çevirerek; '' İlerlesenize kardeşim! Bak burada bir ton insan var! Duraklarda bekleyenlere ayıp değil mi?'' gibisinden gayet hümanist ama bir o kadar da itici konuşmasını yapıyor, ardından trafik teröristi şoför beye dönüyordu.
 Liseliler gittikçe çirkinleşiyor, boş konuşmalarına yeni satır başları ekliyorlardı.
 Kendisinden yaşça büyüklerin, ''gencecik kız oturmakta, biz böyle ayakta'' bakışları da bir taraftan etkiliyordu kızı.tıtıttttıtıtıttt! sesleri otobüsün motor sesini örtpas eder hale gelmişti.
  Teyzeyle tanışmak zorunda kalıncaya kadar çok huzurlu,mutlu olan güzel gözlü kızın yollar gözünde büyüyordu. Sabır taşı çoktan benmari usulü ile pişmiş, küçük parçalar haline gelmişti. Tıttttt sesleri üzerine tuz-biber oluyordu.
 Teyze torunuyla tanışmak istemeyen kıza rahmetli eşini anlatmaya başlayınca, otobüsün önlerinden arkalarına doğru bir çığlık silsilesi koptu gitti.
 -YETER!
 Teyzeyi kaldırdı yerinden. Teyze böyle bir tepkiye etki edememiş, donup kalmıştı.
 O çığlığın içinden, küfürler eşliğinde geçti gitti ne oluyor lan edasıyla bakan gözlerin arasından güzel gözlü birinci dereceden sinir hastası belirtileri yaşayan kız...

 ( Otobüslerde hergün binlerce cinayet vakası görülmekte, kişilik kayıpları alıp başını gitmektedir!
  Tüm otobüs teyzeleri, amcaları mağdurlarına...)

14 Aralık 2011 Çarşamba


''yok düş kuracak vakit bile
her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.''
 Edip Cansever

10 Aralık 2011 Cumartesi

Abim, Abiimm, Abiimmm...


*-Sanki böyle buram acıyo gibi ha... buram sanki, sanki buram çok acıyo gibi oldu şimdi... Bu acı geçiyo mu?
- Evlat, bak hayat zaten acılarla dolu... Tatlı tarafları da var ama yani hayat genelde acı... Ama bu acıları yaşamak gerekiyo! Aslında bu acıları yaşadığın zaman zaten güçlü oluyosun...
*-Ama ben güçlü olmak istemiyom ki; ben ''Şekerpare''yi istiyom.
...
Ne güzel gözleri vardı dimi? Kocaman gözleri vardı. 

7 Aralık 2011 Çarşamba

Ama Arkadaşlar İyidir

''Ama arkadaşlar iyidir'' bu cümleyi bir başlık olarak Uykusuz' da Cihan Kılıç'ın çizgi öyküsünden gördüm,benimsedim. Çizdiği çizgi öykülerin bazıları sıkıcı olsa da sırf başlık için okurdum.
 Saçma sapan hareketleriyle ün yapmış bir arkadaşım var, arkadaşım dediysem arkadaştan da ötedir. Uzakta olduğumuz için görüşemez olduk. Ama o sağolsun ; saçmalıklarını yapmaktan hiç çekinmemiştir diye düşünüyorum. Hatta saçma sapan bir rüyamda gördüm onu. Unutmamak için hemen mesaj yazdım kendisine. Her saçma sapan işte olmak zorunda olmadığını, saçma sapan rüyamda bile orada olduğunu belirttim.
 Sonra bu başlık geldi aklıma. Ama arkadaşlar iyidir.

3 Aralık 2011 Cumartesi

İstanbul & İEU

 Kitap okumanın ve tiyatroya gitmenin farklı karşılandığı bir okulda okuyorum. Bol kitap okumak ve tiyatro oyunlarına gitmek nedense çok acayip görülüyor üniversitemsi okulumda. Geçen çok sevdiğim bir okuldaşım kendi kişisel blogunda şöyle demişti : Bir okulda Beatles, Tom Hanks, Kafka ve Marx’tan bihaber yaşayan insanlar olunca ‘Burda ne işim var?’ diye sorgulanıyor ister istemez. 
 Çok haklıydı gerçekten. Belki biz abartıyoruzdur bilmiyorum?
 Gene çok sevdiğim bir arkadaşım anlatıyor telefonda; Ekşi Sözlük yazarlarının organize ettiği Emrah Serbes ve Behzat Ç. nin senaristi  Ercan Mehmet Erdem söyleyişine katılmış. Daha önce ki bir yazımda belirttiğim gibi bu diziyi seviyor, takip ediyorum. E haliyle arkadaşım anlatınca bende telefonda ağzımın sularını silmek için peçete almak için mutfağa koştum.
 İstanbul'da düşük bir bir miktara çok iyi bir oyun izlenebiliyor bunu konuşmuştuk geçen İzmir'e gelişinde.
 İstanbul farklı, ayrıcalıklı bir şehir. Ama bizim okulda az farklı değil hani...

2 Aralık 2011 Cuma

Aralık Geldi Hoş mu Geldi?

 Can sıkıntısı bir adama herşeyi yaptırabilir. Can sıkıntısından katil olunabilir örneğin. Sırf bir anlık darlanma sonucu yan sırada oturan arkadaşının boynuna sarılabilirsin. Sarılabilirsin derken ;  ellerinle onun boynuna doğru... Çünkü günler gerçekten sıkıcı geçiyor.
 Geçmiyor günler benim açımdan. Takvimin yapraklarından teker teker yırtıyor annem günleri. Sanki o yırtmasa hep bir önceki günü yaşayacağız gibi hissediyorum bazen. Sırf bu yüzden bir dosya kağıdı büyüklüğüne sıralanmış aylı takvimleri tercih ediyorum. Hem salak saçma isimleri görmüyoruz, hem kullanmadığımız hicri takvime göre tarihi görmüyoruz. İmsak : ..-.. falan bunlar işime pek yaramıyor benim. Hem pratik bilgilere de gözüm ilişmiyor. Örneğin çaydanlığın içine limon tuzu atmak ve kaynatmak çaydanlığın kireçlerini temizliyormuş. Bunu söylemenize gerek yok ben biliyorum zaten bunu.
 Ama küçüklüğümde ki takvimlerdeki fıkralar güzel olurdu. Yani ben küçük olduğum için mi öyle geliyordu bilmiyorum... Hem zaten ben fıkra sevmem ki?
 Bu yazı gene saçma bir yerlere gidecek gibi. -mişte olabilir. Aralığın ikisi yıl ikibinonbir yıl bitiyor gene. Koca bir yıl ne oldu diye düşünmenin tam zamanları. Haber bültenleri de başlamıştır şimdiden 2011 de ne oldu haberleri hazırlıklarına. Birand sunar gene biz izleriz. ''Hassiktirr ya sanki dün olmuş gibi'' tepkisini veririz.
 Olur bunlar işte.
 Aralık ayında gerçekleştireceğim ve bu yılki yaptığım en önemli  iş kuşkusuz Ferhangi Şeyleri yine yeni yeniden izlemek olacak. Çünkü Ferhan Şensoy iyidir.
'' - Bana kalırsa ya adamın çok karısı olmalı padişahmatik. Öyle ya sıkıldın mı vınnn sefere! Bu yaz Mohaçtayım. Ya da hiç karısı olmamalı... ''

19 Kasım 2011 Cumartesi

Yeşilçam Tadında Robin Hood


Ailesi tarafından kendisine Zeki adı verilen, bu adın anlamı ile uzaktan yakından alakası olmayan, hırsızvari davranışları olan bir insandı Zeki. En sevdiği masal karakteri Robin Hood'tu. Zeki'nin ailesi onu en iyi okullarda okutmuş, en iyi öğretmenlerden ders aldırmasına karşın tüm dersleri günümüz insanlarının yakından takip ettiği devlet dairelerince onaylı kumar olan ''iddaa'' kuponlarına benzemekteydi. En iyi ders notunun iki oluşu Zeki'nin zekasında problem olduğunu göstermiyordu tağbiiki.  Zeki'nin zekası tamamen derslerden bağımsız olarak geriydi. Ya da ailesi,arkadaşları kısacası çevresindekiler öyle zannediyordu. İnancına bir aşk gibi bağlı olan dedesinin emekleri boş çıkmış, Zeki  sureleri bile imamdan ders alarak öğrenmişti. Mişti dediğime bakılmasın; Fatiha Suresinin tam ortasında araya İhlas Suresinden bölümler karıştırıyor, üzerine az kekik olarak Kevser Suresi serpiyordu. Dedesinin en büyük hayali onun büyük adam olmasını görmek değil bir duayı tamamen ezberlediğini görebilmekti.
 Küçüklükten beri çok tehlikeli bir hastalığın pençesindeydi Zeki. Hırsızlık hastalığı... Zeki yürümeyi öğrendiği zamandan beri yürütmeyi de kendine bir iş edinmişti. Gittiği yerlerden bardak altlığını alıp bu böyle tek eve götürülmez bardağını da almak şart! düşüncesi ile bardağı da oyuncak çantasına zulalıyor, üzerini bir güzel kapatıyordu. Küçüklüğünde babasının onu eğlendirmek için sorduğu: çarşıdan aldım bir eve geldim bin tane? gibi renkli anlam barındıran bilmeceye sürekli Zeki yanıtını veriyor, göğsünü kabartıyordu. Babası virgül annesi ile veya herikisi ile birlikte gittiği bu ile silsilesi çarşı organizasyonunda gittiği manavın önüden bebek arabasına gönlünce ne koparsa atıyordu. Bunu o kadar seri halde yapıyordu ki satıcılardan hiç biri fark etmemişti bile. Eve gelip bebek arabasından Zeki kaldırılınca herşey açığa çıkıyor, Zeki bir ele şaplak yiyerek yırtıyor olan Zavallı Doktor Zekinin Babası Ali Bey'e oluyordu. Zavallı Doktor Zekinin Babası Ali Bey eve geldiğinde giydiği ev kıyafetlerini tekrar çıkarıyor, ayakkabılarını giyiyor, merdivenlerden hızla iniyor, arabasına binip çarşıya geri dönmek durumunda kalıyordu. Tek tek hangi manavdan alışveriş ettiğini anımsamaya çalışıyor, karıştırıyor,çarşıda üç saat dolandığı oluyordu. Bazen de bu işlemlere başvurmadan bir dahaki gidişinde her aldığının iki katı parasını ödüyordu dönme derdi olmasın diye.
 Zeki dedesinin tespihlerini aşırmasıyla da ünlüydü aile içinde. Dedesi tespihlerini nereye saklarsa saklasın Zeki dönüp dolaşıp az biraz da kaşınıp buluyordu dedesinin tespihini. Dedesinden gelen bağırtı ile ağlıyormuş gibi yapıyor camii çıkışı elma şekerini garantiliyordu Zeki.
 Zeki onca özel derse,dersaneye, özel imama rağmen lise giriş sınavlarını kazanamadı. Kazanmamakla kalsa iyi sınava bile gitmeye gerek duymadı. Okul bahçesine kadar giren Zeki içeriye girip sınavdaymış gibi yapıp alaturka tuvalette alaturka bir halde 2 saat oturdu. 2 saat sonucu bacaklarında ki laktik asit birikmesinin sonucu yürüyemez hale gelen Zeki okulun merdivenlerinden inerken düşüp kafasını patlatınca sınav kaynamış, uzunca bir süre kendisine sınav sözcüğü hatırlatılmamıştı. Zeki'nin sınava girmediğini annesi gittiği okuldan birşey yürütmediğini anlayınca otomatikman anlamıştı. Çünkü Zeki hatıra almayı çok severdi. Ufaklığında annesi ile gittiği altın gününde ev sahibinin yatak odasına girip kelepçeler,deri kıyafetler  ,coplar toplamış salonun orta yerine getirmişti. Annesi ve ev sahibi ne yapacağını bilmezken diğer altın gününde boş boş konuşmaya gelen kadınlar kahkahayı basmışlardı. Zeki annesinden bir güzel dayak yemiş, bir süre hırsızlıktan daha doğrusu hatıra almaktan vazgeçmişti. Daha doğrusu herkes öyle sanmıştı. Zeki altın gününe ev sahipliği yapan kadının sütyenini kendi 0 numara göğüslerine takarak evden çıkarmayı başarmıştı. Zeki bunu babasının yıllarca kullanmadığı eski,şifreli çalışma çantasına zulalamıştı. Babasının bu çantası için ''ulan benim eski ama klas bir çantam olacaktı. Dur bugün ona koyayım şu gereksiz takım taklavatı!'' düşüncesi, annesinin o çantayı temizlemek için açması çifti mahkeme koridorlarında süründürmüştü. Sonra Zeki her ikisine durumu anlatınca olay tatlıya bağlandı.
 Hırsızlığa aşk gibi bağlanmış olan çocuk büyüyüp liseyi bitirmiş,  bir andaç hazırlamıştı kendine. Bu andaç hiçkimsenin hoşuna gitmese de kendisi için önemli anlamlar ifade ediyordu. İçlerinde isimlerin yazılı olduğu, eşyalarla dolu herkes için ayrı bir kutucuk hazırlamıştı. Bu Zeki'nin çok dayak yemesine sebep olmuş bir olay olsa da iyi izler bırakmıştı vücudunda. Örneğin öğretmenin araba anahtarının olduğu kutucuğu öğretmeni görünce dayanamamış bir cetvel darbesiyle elini morartmıştı. Arkadaşı birtürlü bulamadığı cep telefonunu o kutucukta görünce ona bir yumruk atmış gözüne mor bir makyaj yapmıştı.
 Zeki üniversite sınavlarını hiç çalışmadığından dolayı kazanamamış, bir sene daha hazırlanmanın gereksizliğini ailesine maddeler halinde açıklayınca ailesi de artık Zeki'nin okumak  istemediğini anlamıştı. Zeki'nin Zavallı Doktor Babası Ali Bey artık Zeki'nin peşini bıraktığını vurgulamış, Dedesi ise hırsızvari davranışlı torunun henüz bir sure okuduğunu göremeden hayata gözlerini dahil vücudunun her organını kapamıştı.
 Zeki sol kolundaki altın bileziği babasına gösterince olan oldu. Evde üçüncü dünya savaşının önsevişmesi yaşanmaya başladı. Zeki meslek olarak hırsızlığı seçmek istediğini, küçüklüğünden beri bu mesleğin tüm inceliğini ustanın yanında olmasada bireysel olarak öğrendiğini söyledi. Annesi baygınlık geçirdi. Babasının olmayan tansiyonu fırladı. Zeki meslek erbaplarını bulmak için evden kapıyı çarparak çıktı. İlk defa kendi kararını vermesi mutluluğu ile oturduğu kentin en ücra köşesine doğru gitmeye koyuldu. ,
 Zeki mesleği tam öğrendiğinde kendisinin patronu olacağını belirtip işten ayrılacağını belirtince meslek erbapları ona saygı duyup, kararına saygılı olduklarını belirttiler. Zeki böylece yine yeni yeniden yalnız çalışmaya başladı.
 Babasının bir daha bu eve bu kapıdan NAH! girersin sözünü hiç unutmadı. Bu yüzden ailesini özlediğinde,herkes yatınca gece pencereden girip herkesi görüp,hissettirmeden öpüyordu Zeki. Mutfakta annesinin yaptığı yemeklerden yiyerek karnını doyuruyor. Tatlı olarak bir pastaneye girip iki tabak kazandibi yiyor tekrar kapatıyordu kapıyı. Zeki düşünceli bir hırsızdı.
 Zeki bir ara ortadan kaybolmuş, annesini endişelendirmiş,babasını bile meraktan kudurtmuştu. Polise gidip yüzlerce kez ihbarda bile bulunuyordu Zeki'nin bulunması için. Polisler yıllardır bulamıyorlardı Zeki'yi. Zeki'nin ilkelerinde zenginden çalıp fakire dağıtmak gibi bir amaç vardı. Bu yüzden kimse gittiği yerlerde  görüldüğünde kimse onu polise ihbar etmiyordu. Hatta bir ev sahibi Zeki için kapıya para ve erzak bırakıyor Zeki onları alıp gidiyordu. Hırsızlar arasında da pek seviliyordu Zeki. Yoksa hiç kimse böyle iyi bir çalışanını kolay kolay bırakmak istemezdi o piyasada.
 Bir gün çıkageldi Zeki kollarının arasında dev bir çiçek. Eve dönmek, üniversite giriş sınavlarına hazırlanmak istediğini belirten bir konuşma hazırlayarak kapıda beklemeye başladı. Zile bastı. Annesi açtı kapıyı. Annesi sarıldı oğluna hasretle. Babası koştu kapıya doğru. O da aradan geçen yılların hasretiyle sarıldı oğluna. Aldığı güller veya çaldığı güller hasar aldı bu sarılmalarla birlikte. Çiçekleri yere bıraktı. Konuşmaya başladı kapıda Zeki. Bu hastalığından kurtulduğunu detaylı bir şekilde anlattı. Babasıyla bir kez daha sarıldı Zeki. Annesi kapıda kaldıklarını içeri geçmelerini söyledi. Zeki önden girdi. Babası kapıdaki çiçekleri aldı mutfağa götürürken bir sigara yakmaya karar verdi. Sigara paketini devamlı koyduğu pantolonunun arka cebinde bulamayınca :
 -ZEEKİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ!
 diye bağırdı Zeki'nin Zavallı Babası Sinir Hastası Doktor Ali Bey.

13 Kasım 2011 Pazar

İsimsiz Şiirler

hüsnü arkan dinliyorum
gece yarısı saat iki on dört
bira içiyorum monitörle karşılıklı
teknoloji kötü derler
bu saatte tek arkadaşım ulan o benim!
hakaret etmeyiniz teknolojiye
kasımda aşk başkadır diyor
gavur yapımı film
o öyle dedi diye aşık olmaya çalışmakta
salaklık...
zaten türklerin ibneliği
sweet november olmuş sana
kasımda aşk başkadır
bu daha bir salakça.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Seni Kalbime Gömdüm


 Bir film eleştirisi yazmak oldukça zor, profesyonellik isteyen bir uğraş. Bu yüzden pek anlamadığım şeyler hakkında yazı yazmak istemiyorum. Zaten herkesin eleştiri türünde yazacak çok şey bulması kadar salakça bir şey olamaz. Birde bu kelime -men ekini aldı mı vay ki ne vay... ( Bu yazın türünü benimseyip hayatını buna adamışlara tabii ki de laf benim gibi kendi çapında bir şeyler karalayana düşmez. bkz. Doğan Hızlan, Atilla Dorsay )
 Pek dizi kültürü olan biri değilim. Bunu son dönem gençlerinin yaptığı, herkesten farklı olma düşüncesini pekiştirmek için söylediği yalanlardan sayamayız. Çünkü böyle bir şeye ihtiyacım olduğunu düşünmem. Çok kişi tanıdım televizyon izlememcilerden. Hepsi de Aşk-ı Memnu'da ne olup bittiğini bilen tiplerdendi. Sanırım televizyondan değil de bilgisayardan internet aracılığı ile izliyorlardı(!)
 Sevmem pek dizi. Ayrıcalıklı diziler hariç. Ha birde can sıkıntısından annemin izlediği diziye şöyle yarı kapalı gözle göz atmam o dizinin anlamsız konuşmalarının ninni gibi gelip koltukta uyutması dışında dizileri izlediğim söylenemez.
 Ayrıcalıklı demiştim ya : İşte Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi bunlardan biri. Başta çok itici gelmiş, ''Türk televizyonlarında bir ton polisiye var ebenin üreme organına koyim!'' diye tepki gösterdiğim olmuştu. İzlememiştim bile. Bir yıllık rötarlı üniversiteye girmiş olduğum için o dersaneli yılda kazandığım arkadaşım önermişti bu diziyi. Kendisinin zevkine güvenip izlemeye başladım. 32. bölümden itibaren. 2 bölüm izledim çok etkileyiciydi. ''Bu böyle olmaz bu dizi izlenmez böyle bok gibi ortadan girip!'' yaza, sınavdan sonraya erteledim birinci bölümden itibaren izlemek için. Yazın izledim bitirdim 38 bölümü 15 gün kadar kısa sürede. Doğuş Grubunun yeni kanalı TvEN'e geçtiği söylendi dizinin. Ortalıkta öyle bir kanal yok! Doğuş'un Starı almasıyla çözüldü bu belirsizlik. Behzat Ç. evinde kalmış, hakkında açılmış olan dava da düşmüş oldu. Böylece hasret 13 Kasım'da son bulacak açıklaması yapıldı. Behzat Ç. yi beklerken 28 Ekimde vizyona filminin girmesi hasreti biraz olsun aza indirdi.
 Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm hakkında bir yazı yazılabilir. Ama bu eleştiri türüne bağlı bir yazı olmaz. Diyebileceğim tek şey :
 Özlemişiz be ''Amirim''...
 İşte bu kadar... 

4 Kasım 2011 Cuma

İsimsiz Şiirler

yürüyordum
mutsuz ve umutsuz
buca'da oturuyorum ben f tipi
var cezaevi
kafamı kaldırdım kaldırım taşlarından
karşı caddede bekleyen kalabalığa
kapıya odaklanmış birçok çift göz
tahliye var herhalde
bir teyzenin gözlerinden umut çaldım
amcanın gözlerinden mutluluk
hırsızlık yaptım polis ağbi
gülümsedim bende.

3 Kasım 2011 Perşembe

İsimsiz Şiirler

ingilizceyle mantık evliliği yaptım
eylül'ün yirmialtısında
aramızda bir aşk yoktu
hiçbir koşulda
karşılıklı aşklanmıyoruz
birbirimizden.
ittire kaktıra sürdürüyoruz evliliğimizi
birbirimizin yüzüne bakmadan.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Bütünlüksüz Şiirimsi

açıyorum blog sayfamı
sıkıldığımı yazıyorum
neden sıkıldığımı sormuyor bana
cevaplıyorum kendi kendime
arkadaşım çağırıyor dokuz eylüle
gideceğim çökeceğim hukuk kafe'ye
ebeveynler geçicek bakıcaklar
elin çocukları hukuk okumaca
evde çocuğuna yüklenmece
bilmezler ki
vakıf üniversitesinde okumaktayım
kaçak girmişim oraya?
takvime bakıyorum yazarken bu satırları
29 ekim diyor bana takvim
bugün cumhuriyet bayramı
gitmiyoruz törene
yoklama da almıyorlar zaten

26 Ekim 2011 Çarşamba

Başını Alıp Gider Bu Türkiye

 - Hay böyle kaderin içine gayet selülozik şekilde tüküreyim! Böyle hayat mı olur mınakoyim! Saate bak! Bu çalar saatte mi bi ibnelik var yoksa gerçekten saat mi ibne? Bu saatte kalkılır mı lan? Biz bu saatte kalkalım kıçımız donsun güneşsiz hava sahasında patron bey gelsin oyalana ve kaşına kaşına öğle vakti...  diyerek kalktı adam. Takvime baktı. Ekim ayınıda bitirdik diye düşündü. Gayet klişe bir söylem ile '' zaman su gibi akıyor'' dedi.
 Yataktan kalktı, rutin bir şekilde elini,yüzünü yıkadı. Eli ve yüzünden bağımsız olarak üzerini de yıkamış oldu istemeye istemeye. Sabah serinliği ile üşümeye başladı. Hemen Bünyamin Sürmeli'nin haberi yokken ona sövmeye başladı. Sanki Bünyamin hazırlıyordu günün güneş doğuş vaktini, sıcaklığını, rüzgarın ne taraftan eseceğini. Bünyamin ne yapsın? Adam ekmek parasının derdinde...
 Kahvaltısını hazırlamak için mutfağa yöneldi. Yalnız yaşadığına hayıflanmaya başladı. Bir sevgilisi, bir nişanlısı olsaydı, ara sıra gelip kalsaydı diye düşündü. Ya da daha büyük bir risk alıp evli olabileceğini düşündü. Üzüldü. ''Keşke bizimkilerin yanında, o şehirde iş bulabilseydim. Ne güzel sabah kalktığımda en azından kahvaltı ile uğraşmazdım.'' diye söylendi. Dışarıda kahvaltı yapmayı aklından geçirdi bir an için. Bu güzel fikri bulduğu için kendine '' aferin lan oğlum rıfat'' dedi. Giyinmeye başladı. Boyunbağını bağladı ve taktı. Boyunbağını ilk bulan insan topluluğunun Hırvatlar olduğunu duymuştu bir televizyon programında. Gayet faşizan bir tutumla küfürlere başladı ilk kumaşa düğüm atan Hırvatlıya. Çantasını aldı ve evden çıktı.
 İşe giderken kullandığı otobüs durağının yakınındaki kahvaltı salonuna oturdu. Kahvaltı salonu tanımına bozulduğunu belirtti müessese sahibine. Gerekçelerini bir bir anlattı.''Ben belki akşamları da yemek istiyorum simit! E o zaman ben buraya demek ki sadece kahvaltılarda gelmiyorum? O zaman siz neden sadece kahvaltı saatlerinde açık tutmuyorsunuz bu mekanı? Neden insanlara zorla güzellik olduruyorsunuz? Siz Hitler misiniz?'' sonuç paragrafı ile sonlandırdı. Müessese sahibi onu takar gibi yaparak ''haklısınız efendim'' der gibi kafa salladı.  Adam yemek istediklerini sırası ile müessese sahibine iletti. Garsonu gazete almaya gönderen müessese sahibi adamın istediklerini not aldı. Hazırlaması için tezgahta bulunan işveren tarafından işe alınan, gıda sektörü ile uzaktan yakından alakası olmayan, bu işi sırf para için yapan işçiye notu verdi. Garson kapıdan girdi. Şikayet kutusu olan adam el işaretleri ile garsona gazeteleri masasına bırakmasını tembihledi. Garson ''derhal efendim''  diyerek kafasını yere doğru çapraz eğdi. Beş altı adım zamanda gazeteler şikayet var adamının önünde oldu. Kahvaltısınında aynı dakikalar içinde gelmesi onu çok memnun etti. Gazetenin manşetinde Maliye Bakanı'nın '' Zam değil güncelleme'' sözünü gördü. Levent Kırca'nın seneler önceki Olacak O Kadar isimli programında duyduğu ''Zamınıza korum'' repliği geldi. Sinirle gülmeye başladı. Önündeki yiyecekler bitmeden hemen bir sigara yaktı. Sigara paketine efkarlı bir şekilde odaklandı. ''Ulan 9 TL ye sigara mı olur? Bırakıyorum lan seni sen bitince!'' dedi. Zaten zararlı birşeye bu kadar para vermenin anlamsızlığını sorgulamaya başladı gayet Recep Tayyip Erdoğan tavrı ile. Gazetenin orta sayfasına baktı. RTE ''içmesinler kardeşim!'' ana fikirli bir konuşmasını haber olarak veriyor gazete. Zaten bir keyfimiz tütündü onu da içirtmeyin! Zaten Başbakan RTE'nin mahalle mahalle gezerek sigara paketi toplamışlığı da haber olmuştu gazetelere. Başbakanın var böyle ani tütün çıkışları diye düşündü. Gazetenin üçüncü sayfasında durdu. Bir kadının yine şiddet gördüğü haberini okudu. Şiddet uygulayan taraf hem erkek hem de avukattı. Bu ülkenin aydın kesimi bile bunu yapıyorsa cahiller tabii ki eşlerine şiddet uygular diye düşündü sinirlendi. Gazeteye bir osmanlı tokatı attı. O gazete okurken içeri giren kahvaltısını etmekle meşgul olan diğer müşteriler ona şaşkın şaşkın baktı.
 Şikayet var adamının şikayetleri gazeteyi okurken daha da artıyor, sinir yapılarına kaçak kat çıkmaya devam ediyordu. Hitlere benzetilen müessese sahibi  televizyonu açtı. Sabah haberlerini dinlemek üzere bir haber kanalını açtı. Açar açmaz duvara monteli son model televizyonun karşısında tutuldu kaldı. Elinden kumanda düştü. Kumandanın içindeki piller birbirinden zıt yönlere doğru etrafa saçıldı. Televizyonun sesini patronunu boş bir masaya oturtmak için gelen garson açtı. 24 şehit ve yaralı sayısı televizyona atom bombası gibi düşmüştü. Müessese sahibi müşterilere aldırmadan bela okumaya başladı. Bildiği tüm bela söz gruplarını saydıktan sonra, bir önceki seçimde oy verdiği iktidara keşke size oy atmasaydım gibilerinden hayıflanmaya başladı. Terör örgütüne '' Ölen çocukların anaları babalarını hiç mi düşünmediniz? Kardeş kardeşe bunu yapmamalı'' diyerek söylenmeye, bela okumaya başladı.
 Bu haber karşısında şikayet kutusu olan adam da tıpkı müessese sahibi gibi üzüntü ile karışık sağa sola küfürler yağdırdı. Diğer müşteriler de olaya kayıtsız kalmayarak üzüntülerini ''tıtıtıtııtıtıı'' sesleri ile ifade ettiler.
 Şikayet kutusu olan adam kahvaltısını ve çayını yarım bırakarak kalktı. Gazeteye bakarak ''siz tütünümüze karışmaya devam edin Sayın Başbakanım. Elektriğimize ve doğalgazımıza da zam yapın. Ama bu zam hesaplarınızdan kafanızı kaldırıp terörü bitirme planını da yapmaya çalışın. Pardon zam değil güncelleme! Sayın Muhalefet Liderleri! Sizler de gerekli gereksiz yere muhalefetinizi sürdürünüz''  diyerek masaya bıraktı ücreti.
 Durağa yürümeye koyuldu Şikayet kutusu olan adam. Şikayetlerine yeni yeni kaçak katlar çıkarak...

21 Ekim 2011 Cuma

Başını Alıp Gider Bu Türkiye

Gündem üzerine herkes bir şey yazıyor ben niye yazmıyorum? Benim klavyemin üzerinde tuşlar yok mu diye düşüncesi bu yazıyı yazmayı tetikledi.
 Yazının devamı belki yarın belki yarından da yakın!

15 Ekim 2011 Cumartesi

İçinden Teknoloji Geçen Yazı


O gün yine okuldan çıkıp aynı duraktan, aynı şoförün kullandığı, aynı kırmızı otobüse binmişti tek dostu klavye ve onun yardakçısı mouse olan çocuk.
 Apartmanın önüne geldiğinde kendi kapı numarası olan zile bir kere bastı. Geri dönüş olmadı. Bir daha bastı. Kapıdan duyması gereken ''zzzzzzzzzzt çıkırt'' sesini duymadı. Zilin çalışmadığını düşünerek bir adım geri geldi. Kafasını kaldırdı, oturduğu dairenin küçük balkonuna baktı. Sokağın sessizliğinin içinde ses olarak -Anneeee! kelimesi yankılanması gerekirken hiçte öyle birşey yaşanmadı bilmem ne kaç sokakta. Çocuk son model telefonunu çıkardı annesini araması gerekirken öyle birşey de gerçekleşmedi sokağın ortasında. Çocuk Nasa ile irtibat kurulabilecek teknolojiye sahip tek tuşa bile sahip olmayan telefonundan ekrandaki tuşumtrak şeylere basmaya başladı. Annesinin duvarına Facebook'tan ''Anne dışarıdayım,şu okeyin başından kalk anahtar at!!! ''sitemi içeren bir ileti yazdı. Annesi hiç de anne yüreği ile alakası olmayan bir samimi samimiyetsizlikle ''tmm cnm'' yazdı iletisine. Telefonu aracılığı ile Aydaki Türksat Uydusuna komut verebilen çocuk durur mu yapıştırdı cevabı: ''cnmmm :)))'' Okeysever Anne anahtarı kaptığı gibi ışık hızıyla attı balkondan anahtarların ucunun kırılma ihtimalini düşünmeyerek. Çocuğun şansına bu seferde kırılmamıştı anahtar ucu. Annenin şansızlığı zamanında okey taşına tıklamadığı için ceza puanı alması olmuştu. Buna çok içerlendi. Bilgisayar masasının üzerindeki sigara paketini aldı. Bir tek sigara aldı. Aceleyle yaktı. Püfür dumanı içine çekerken ''anahtarını almamayı gösteririm ben ona'' diyerek üfledi püfür nikotini.
 Çocuk olanlardan habersiz bir bir çıktı merdivenleri. Arada ikişer ikişer hatta üçer üçer çıkmışlığı bile oldu. Dörder dörder çıkmayı denemedi. Denemişliği olmuştu geçmiş zamanda. Düşüp merdivene kafa atmışlığı olduğu için bu durumun alışkanlık yapmasından korkmuştu.
 Çocuk anahtar deliğine anahtarı sokacakken bir anda kapı açıldı. Annesinden anahtarı niye almıyorsun azarı işittikten sonra çantasını odasına götürdü. Çantayı yere koyarken sol ayağının baş parmağı yardımıyla bilgisayarının açma düğmesine aç komutunu verdi. Annesine yemek yemek istediğini belirtti. Annesi oralı olmadı. Okeyi dışarı vuracaktı, oyunu iyi takip etmeliydi... Çocuk teknoloji ile fiyatının doğru orantılı olduğu telefonundan yemek sipariş hattını aradı. Ne istediğini bir bir belirtti. Yarım saat içinde yemeğinin geleceğini duyunca heyecanlandı,telefonu masasının üzerine koydu. Bilgisayar açılmıştı. İnternete girmesini bekledi. İnternet sağlayıcının annesi ve bacısına küfür etti. Annesinin ve bacısının hakkındaki kötü sözlere dayanamayarak işlemi gerçekleştirdi. Çocuk ekrandaki messenger sembolüne mouse ile tecavüzde bulundu. Okul arkadaşlarının çevrimiçi olduğunu gördü. Arkadaşına ''npysn?'' soru işaretinden soru cümlesi olduğunu anladığımız bir soru sordu. Ortada cümle de yoktu ama soru işareti vardı. Arkadaşı:
- iiiii ölee otruom. sndn nbr?
-iiiiiii bnd oturuom. ztn otrmdn yzmsı ck zr olr. meheheheh. diyerek yanıtladı tek dostu klavye olan çocuk. Böylece sessiz Türkçe muhabbete giriştiler.
 Çocuk aynı zamanda annesinin facebook duvarına bakıyor, yazıyor oradan muhabbet ediyordu. Annesi de duvarlara yazı yazmaya kızmıyor, aksine hoşuna gidiyordu. Bunlar gerçekleşirken evden insan sesi çıkmıyor sadece şıkır şıkır klavyeler konuşuyordu.
 Evin babası yemek siparişini annesine işyerindeki bilgisayarından twitter dan veriyor, Annesi yemek sepetinden tedarik ediyordu. Çocuk bakkalın oğlu ile olan arkadaşlığını çıkar ilişkisine dönüştürüyor, bakkalın oğluna e-mail atıyor, bakkalın oğlu ekmeği kapının önüne kadar getiriyordu. Ailede sesli Türkçe konuşulmuyor, sessiz Türkçe ile sosyal medyada muhabbetimsi birşey ediliyordu.
 Çocuk verilen ödevleri internetten kopyala-yapıştır yapıyor, çıktı alıyordu. Ödevini bitirdiğini annesinin facebooktaki duvarına yazıyor. Annesi de onu beğeniyor. Böylece sokağa çıkma izni alınmış oluyordu. Çocuk evden dışarı çıkarken arkadaşlarına teknolojik telefonuyla mesaj atıyor aşağıda toplanılması gerektiğini tuşluyordu. Tuşluyordu derken tuşumtraklıyordu. Dışarıya çıkarken alınması gereken en önemli araçlardan olan top ve dondurma parası alınmıyor. Onun yerine PSP alınıyordu. PSP sahibi olmayanlar dışlanıyordu. Ortak oynayabilecekleri bir oyun değil ya bu PSP...
 En çokta sokağın yaşlıları üzülüyordu bu duruma. Keşke diyorlar hep bir ağızdan. ''Keşke sokağımızda eskisi gibi çocuk ve cam kırığı sesleri olsa, kaldırım üzerinde bisikletlerinin patlayan tekerini tamir etmeye çalışan küfürbaz çocuklar olsa... Bizler de tepelerine su dökmeyip, bağırıp çağırmasak...''

Bütünlüksüz Şiirimsi

bir şiir düzesim geldi
gecenin bir yarısı şairimtrak bir aşkla
ben yazdım şiiri
bildiğimiz şiirle alakası yok
gerçi bildiğimiz bir şiir de yok.
istiklal marşını biliyoruz
iki dörtlük halinde gayet ekonomik
geri kalan kısımlarını bilmiyorsak
üzülüyordur m.akif belki buruk
bir şiir düzdüm
bildiğimiz şiirle alakası yok
arabesk kaygı taşıyan bir şiir
bir bir siliyorum satırları
arabesk yavşaklığından utanarak
fazıl say gibi.
üzülüyordur orhan gencebay gayet buruk.

7 Ekim 2011 Cuma

İnsanlıktan Bir Haber

Bazıları kendine medya patronu diyor
bildiğiniz patronlarla ilgisi yok.
Bazıları kendine gazeteci diyor
bildiğiniz gazetecilerle ilgisi yok
Bu insanlar gazete çıkarıyor
bildiğiniz insanlıktan eser yok
Bu gazeteleri alanların
gazetecilikten haberi yok!
...
konu hakkında bir haber olanlar için : http://www.focushaber.com/haberturk-ten-sok-eden-manset-h-77409.html

30 Eylül 2011 Cuma

Okul Yolu Düz Gider


 İlkokula başlamanın heyecanı, üniversiteye başlarken yok diye düşündü hayatından memnun gibi gözüken aslında memnun olmayan öğrencimtrak şahsiyet. 
İlkokula başlarken ki telaş ve heyecan yoktu üniversiteye başlarken. Hem okul açılmadan bir gün önce gidilen ''okul alışverişi''ne çıkılmamıştı üniversiteye başlamadan beş dakika öncesine kadar. Üniversiteye ulaşımda kullanılacak otobüs durağının arkasındaki kırtasiyeden beş sene yetecek ebatta defter alınmış, iyi muhafaza edilmesi gereken kaybolduğunda kırmızı alarmla aranan bir adet kalem alınmış çıkılmıştır.
 Durakta otobüs beklemeye başlamıştı. Kafasında türlü türlü sorular vardı. Öğretmenlerin hep önerdiği mavi, yeşil, kırmızı renklerinde olan tahta kalemlerinin nesi vardı diye düşündü üniversiteye başlamaktan hiç heyecan duymayan öğrencimtrak insan. Üniversiteye başlarken alınması gerekenler listesinde yoktu ki sağından solundan silgi çıkaran çıkırt sesli uçlu kalemler...
Otobüs geldi. Önce otobüsün numarasına sonra durağın kalabalığına baktı. Otobüsün kalabalığına bakmaktan korktu. Başını öne eğdi. Gözlerini kapadı. Sol ayağı ile merdivene yöneldi. Daha sonra bu hareketi  sağ ayağı izledi. Zaten izlemeseydi büyük bir sorun meydana gelirdi. Sağ ayağının sol ayağınla kavgalı olabileceğini düşündü, gülümsedi.
 Otobüs haddinden fazla kalabalıktı. Oturulacak koltuklar dolu, ayakta durulacak yerler ise daha da doluydu. Derin bir -hasssiktir! çekti. Bu tepkisini içinden dile getirdiğine emin olmak için sağındaki ve solundaki amcalara baktı. Amcalardan bir tıtıtııtıtı sesi duymadığına göre içinden söylediğini kesinleştirdi. Bu seferde derin bir -ohh... çekti.
 Otobüs ilerlerken omzunda iki, sırtında bir kişi taşıdığını farketti. Okul alışverişinde sırt çantası almadığı için sırtında yolculuk edebilen kişilerin varlığı onu biraz daha topluma yararlı bir insan yaptı. Böylece toplumda etkin bir görevi vardı artık heyecanını yitiremeyen çünkü hiç heyecan duygusu yaşayamamış öğrencimtrak genç. Bir çocuk gördü otobüste. Matarasına baktı. Yeni nesil çizgi film karakteri ile süslenmiş bir mataraydı. Kendisinin birinci sınıftaki matarasını aklına getirdi. Çift taraflı bir mataraydı. Üstelik çizgi film karakteri ile süslü değildi. Olsun gene benim mataram daha güzeldi diye düşündü gayet bencil bir tavırla. Tekrar gülümsemeye başladı.
 Okul üniformalı ilkokullu ve liseli öğrencileri görüp yüzlerine karşı sırıttı çocukların bunun nedenini anlamasını beklemeden. Zaten tek sevindiği şey üniversiteye geçerken üniformadan kurtulmasıydı. Kumaş pantolon ve gömlek sıcakta insanı pişiriyor, cinnet geçirtiyordu. Kaç kere bu nedenden dolayı kahverengi ucu sivri rotring kalemle arkadaşlarının böğrünü delmeye çalıştığı aklına geldi.
 Otobüs bir türlü boşalmak bilmedi. Otobüsün yaşlılığına verdi.
 Okulun önünde indi otobüsten. Güvenlik kulübesinin önünde sağına, soluna hatta hatta arkasına bile baktı. ebeveynleri yoktu etrafında. Üstelik giriş yapanların kimsesinin yanında ebeveynlerinin olmadığını gördü. Liseye başlarken de yoktu zaten ebeveynleri. Matarası da yoktu hem. Neden içlendiğini düşündü. Çok geçmeden ilk ve son öğretim basamaklarını çıkmak orta basamakları çıkmaktan daha zordur diye düşündü. İlk basamaklarda vücut daha yeni yeni alışacak, son basamaklarda vücut yorulacaktı.
 Sınıfını buldu. İçeri girdi. İlkokuldaki cilalı tahta sıralar yoktu. Kimsede yeşil silgilerin olmadığını gördü. Oysa ilkokulda herkeste yeşil silgiler vardı. Muhabbet etmeye başladı yeni nesil arkadaş adaylarınla. Konuştuğu arkadaş adaylarının çoğunu arkadaşlık konumuna yükseltti. Kendisini tanıtmadığını söyleyen arkadaşlarına kendisini tanıttı.
 Başladı son katın merdivenlerini tırmanmaya üniversiteye başlamaktan hiç heyecan duymayan öğrencimsi insan.
 (yazıdan bağımsız not : bu fotoğrafı çeken adamı bulup işkence etmek istiyorum. her dersane kitapçığında, eğitim danışmanlık bürolarının verdiği broşürlerde hep bu herifler var. Ayrıca bu blogta da var artık bu gençler. üniversite öğrencisi deyince aklıma hep bu tipler geliyor.)

24 Eylül 2011 Cumartesi

yazısız yazı.

 İlkokula başlamanın heyecanı, üniversiteye başlarken yok diye düşündü hayatından memnun gibi gözüken aslında memnun olmayan öğrencimtrak şahsiyet.
 (...)
 Devamı sonra.

16 Eylül 2011 Cuma

Başlıksız Yazı

 Başarısızlık nedir diye soran olursa bana ki niye sorsun durup dururken?.. Hadi oldu diyelim sordu. Gerçi hiçbir insan birine durduk yere yanına usulca yaklaşıp;
 - Başarısızlık nedir hemşerim? demez. Dememeli de zaten. Gerçekten çok saçma oluyor.
 Bu yazı başarısızlık üzerine yazılacakken gereksiz yere yazarın sapıtması sonucu yazılamamıştır. Daha doğrusu yazar burada kelime oyunları yaparak paragraf oluşturmaya, yazısını tamamlamaya çalışıyor da olabilir. Ben demiyorum bunu yazıyı anlatan diyor. Yazıyı niye birisi anlatıyor ki? Zaten ben yazıyorum, siz de okuyorsunuz? Okuyorsunuz diye tahmin ediyorum. Yani fazla okunduğunu zannetmiyorum da işte.
 Neden bahsediyorduk? Neyden bahsetmiyorduk desem daha doğru olabilir yazımı anlamaya çalışan arkadaşım. Kafamı kaldırıyorum ilk cümlemin ilk iki kelimesini yan yana getirip tekrar tekrar okuyorum usanmadan. Çünkü yazmak isteyen ileride kalemiyle para kazanmak isteyen bir insan hiç durmadan okumalı. Okumalı! Çünkü artık piyasa okumayı sevmeyen mizah yazarı olmaya çalışan gençlerle dolu.
 Mizah dergilerimizden en çok tiraj alanını yakından takip eden bir arkadaşıma zamanında şu soruyu yöneltmiştim:
 - Şu yazarın bu haftaki yazısını okudun mu?
 - Ben onu okumuyorum. Çok uzun yazıyor.
 - Hassiktirrr!
 Aradan birkaç gün geçmeden bana şöyle bir teklifle geldi ben yani mizah dergilerindeki en uzun yazıları bile sıkılmadan okuyana adama.
 - Ağbi şöyle bir yazı yazdım. Bir okur musun? Sonra da eleştirir misin?
  Hem okuyup hem eleştirebilme yeteneğine sahibim dedim ve okudum. Tespit içinde bırakan çizerin karikatürlerinin balonlarından yazı oluşturmuş hem okumayan hem araklayan hem de yazma heveslisi. Ben bu konuda bir yorum yapamayacağımı, bu işin çok büyük ustaları var onlara mail yoluyla ulaşabileceğini söyledim. O da bana neden o zaman okumak istedin diyemedi. Hemen verirdim keyif kahya katıklı cümleyi cevap olarak.
 Başarısızlık nedir? Olmadı. Geri dönmek istiyorum okuma sevmeyen mizah dergisi,gazete,kitap okurlarına. Dediğim gibi bunların birde yazmaya meraklısı var. En fenası onlar. Yazar olmak isteyen biri bol bol okumalı. Eline geçen her kitabı her metini okumalı. Yazarın sağcı olması solcu olması yabancı olması türk olması ikinci planda olmalı. Hepsi okunacak ki kendi yolunu çizebilesin. Bu yolu isteyen sulu boya ile çizebilir isteyen kurukalemle isteyen kurşun kalemle. Orası size kalmış.
 Özgünlüğü yakalamak ancak çok okuyarak gerçekleşir. Bu cümlem ile üniversiteye hazırlık aşamasında çözdüğümüz dil ve anlatım sorularını aklıma getirdim. Bu cümledeki anlam aşağıdakilerden hangisiyle uyuşmaktadır? Siz aşağıdakileri bekliyorsanız ki beklemezsiniz ki beklemeyin zaten. Ben sadece anılarımı canlandırıyorum. Çok okuduktan sonra kendinize bir Usta seçin. İlla ki o usta ile iletişim kurmanız gerekmez. O Ustadan çok şey öğrenebilirsiniz kitaplarını okuyarak. Çizgi alanında ustalaşmak isteyen karikatürlerini okuyarak. Hani sadece şu FACEBOOK'ta en çok paylaşılan tırt çizerlerden bahsetmiyorum.
Bir de bu çıktı meydana. Hayatı boyunca bir mizah dergisi almamış insanlar tek karelik karikatürlerle günlük mizah aşısını yaptırıyor.  Bu aynen hayatı boyunca kitap okumamış birinin bu satırları okuması gibi. Zaten bu satırların okunup okunmayacağından emin değilim. Çünkü yazı çok değişik yerlere gitti. Oysa ben sadece başarısızlığı sorgulayacaktım gayet polis kıvamında.
 Yani bu yazıda bir çok ana düşüncenin bulunması benim tamamen uykusuzluğun etkisiyle plan yapamamamdan kaynaklı.
 Usta demiştim ya. Ben de bir Ustanın sözüyle bitirmek istiyorum bu yazının içindeki ana fikirlerden sadece birini pekiştirmek için.
  Hiç kitap okumayan birinin, hayatının sonunda kitap sayfası olan ağaçtan ne farkı var, kımıldayan canlı olarak? Ferhan Şensoy - EŞEĞİN FİKRİ (Bilgi YAYINEVİ)
 Harbiden nedir başarısızlık? Bu yazı olabilir?...

9 Eylül 2011 Cuma

Gündeste'den



özledim seni gözümün ışığı

özledim özümden gizli
gündestede yerin ayrı
özenilmiş özümlenememiş sevgi
çalakalem girip bir ozan yaşamına
çin mürekkepleriyle yazıldın
çin sedsiz mücellitsiz gönlüme
bir yazıldın ki sereserpe
özlemeyi iş edindik hü
telefonda telef olduk da bir gün
telefona fiş edindik hü
sakın beni arayın
evdeyim
yokum
sakın gelin
zili çalın sakın
bethoven'in sesine kulak asmayın
hem evdeyim hem yokum
aramayınız beni
özlemeyi öğrendim hü
 Gündeste'den...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Gibi'ler Ülkesi



 Pazar gecesi özel bir kanalda izlemişti İncir Reçeli'ni sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı. Filmin bir ana fikrinin olacağını düşündü. Ya da düşünür gibi yaptı. Ana fikrini bulduğunu sandı. Böylece düşünür gibi yaptığını kanıtlamış oldu sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı. Filmden çıkardığı sonuç hemen bir sevgili bulmaktı. Boş yere gürültü yapan televizyonu kapadı, kumandayı bir kenara fırlattı sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı. Kalktı televizyon izlerken giydiği önemli aksesuarı pijamalarını çıkardı, dışarıda giyebilmeye uygun birşeyler giydi. Tüm odaların ışıklarının kapalı olup olmadığını kontrol etti. Yıllardır çalıştırmadığı ütünün fişine bakmaktan kendini alamadı.Kirlenmesin diye kutusundan çıkarmadığı spor ayakkabılarını giydi. Kapının kenarında bulundurduğu pide salonunun ıslak mendillerinden birini açtı kirlenmemiş ayakkabılarını sildi. Kendince en havalı duran winnie tho pooh anahtarlığını taktı anahtarına. Artık çıkmaya hazırım diye düşündü sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde diyen adam. Kapıyı kapadı. Her kilide anahtarıyla tecavüz etmeye başladı. Tecavüz işlemi başarıyla gerçekleşince hızla merdivenlerden inmeye başladı üçer beşer.
 Önündeki 2 saatlik kalkınma planında en yakınındaki en ucuz bara gidip bir bira içmekti. Planına göre zaten kızlar onun yanına gelecek o içlerinden bir seçim yapacaktı. Öğrencilerin takıldığı bir bar olan ÖğrBar'a yöneldi. Bar önüne oturdu. Barmenden bir bira istedi. Barmen birasını uzattı. Barmene el işaretiyle birşey söylemek istediğini belirtti barmen ona doğru eğildi.  Sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı ona biranın ne kadar olduğunu sordu. Barmen 7 TL yanıtını verince adam sinirlendi. Bu dışarıda 3 TL burada nasıl 7 TL olduğunu sordu. Hem bardak daha küçüktü. Barmen bu duruma sinirlenip dışarıdan satın alabileceğini  istediği yerde zıkkımlanabileceğini söyledi. Sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı pes etti. Kız tavlamak için bu duruma razı olduğunu belirtti. Barmen ne diyorsun gibilerinden baktı kafasını başka müşterilere çevirerek.
 Adam yudum yudum içmeye başladı elindeki her yerde 3 TL olan 7 TL fiyat biçilen birasını. Çalan müziğin kulağının ırzına geçme durumundan yakındı bu seferde barmene. Barmene bakarak:
 -Şu müziği biraz kısar mısınız? diye sordu Barmenin sinirli bakışlarının arasında. Barmen kısamayacağını ama çok rahatsız olduysan buradan gidebileceğinin sinyalini verdi ''Siktir git ya'' diyerek. Adam gene sustu kafasını arkadaş gruplarına çevirdi.
 Adam birasından 15 dakikada bir yudum alırken beşinci yudumunda yanına bir kız oturdu. Gayet güzel olan bu kızı filmdeki kıza benzetmeye çalıştı. İlişkilerinin bir bira ısmarlayarak başlayabileceğini düşündü. Böylece kız sarhoş olacak kız evini bulamayacak kendi evine götürecekti. Sonra bir bira ile kimseyi sarhoş yapamayacağını düşündü. Hevesi kırıldı, yüzü düştü. Genede şansını denemeyi düşündü. Bayana bakarak birşeyler ısmarlayabileceğini belirtti. Kız birşey içmeyeceğini ''Siktir git ya başımdan!'' diyerek belirtti. Aldı çantasını hızla uzaklaştı bardan. Durumu gören barmen adama sen nasıl bir adamsın gibisinden bakarak garsonu çağırdı. Adamın atılmasını öğütledi çağırdığı garsona. Sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı gayet pişkin tavırla garsona bu barda hiç sarhoş kız ayarlayıp film tadında bir aşk yaşayıp yaşamadığını sordu. Garsonda ona sizene gibisinden gözüne yumruk attı. Apar topar dışarı attı garson sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamını. Adam bu durumu gereksiz bir kahkaha ile karşıladı. 7 TL vermemiş olması onun çok hoşuna gitti. Sağa sola çaprazına yukarısına gülücük atarak caddede yürümeye başladı bugün de film tadında bir aşk yaşayamayacağını düşünerek .
 Apartmanın köşesindeki Cdciye uğramayı düşündü. İyi bir aşk filmi alabileceğini düşündü vermediği bira parasının yarısı ile. Bu fikri düşündüğü için kendini tebrik etti. Kendini öpmek istese de bunun ne kadar gereksiz bir girişim olduğuna karar kıldı.
 Hemen içeri attı kendini. Bilgisayar başında oturan görevliye güzel bir aşk filmi istediğini belirtti. Görevli ona Eternal Sunshine Of The Spotless Mind adlı 2004 yapımı filmi önerdi. Sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı anlamayarak filmin türkçesinin ne olduğunu sordu. ''Sil Baştan'' yanıtını verdi görevli. Gayet türk mantığı ile altı kelimenin nasıl iki kelime çevirisi olduğunu sordu görevliye. Görevli ona ''bilmiyorum ağbi'' gibisinden ''Ne bileyim kardeşim ben? Ben mi çeviriyorum munakoyim?'' yanıtını verdi. Adam filmi kiralamak istediğini belirtti çevirmen olmadığı kesinleşen görevliye. Görevli kimliğini isteyince sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı bunu da çok mantıksız buldu. Görevli ona bunun neden gerektiğini anlatınca aklına yattı. Görevliye ne kadar ödemesi gerektiğini sordu. Görevli ona 7.5 TL olduğunu belirtince adam da ona her yerde 5 TL olduğunu söyledi. Görevli ona ''Zorla kiralamıyorum. İsternesiz almayabilirsiniz!'' gibisinden bakarak sol gözünün morluğunun tek başına güzel durmayacağını sağ gözünü de morartırsak iyi duracağını belirterek çıkardı yumruğunu. Sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı durumu polise bildireceğini söyleyince görevli özür dileyerek bu filmi armağan etmek istediğini söyledi. Adamın yüzündeki sinirin yerini gülümseme aldı. Pişkin pişkin sırıtarak dışarı çıktı. Bugün hiç para harcamadan gün geçirmesi onun çok hoşuna gitmişi. Apartmana sağına soluna çaprazına yukarısınıa ve aşağısına bakarak kahkaha atarak yürümeye başladı sinemaya gitmeye ne gerek var televizyonda verirler üç ay içinde adamı...
                                                                          5 Eylül 2011
                                                                          Buca

3 Eylül 2011 Cumartesi

- Gel abicim gel gel hah şimdi sağ yap

gece bırakırken yerini yavaş yavaş sabaha
sabah günü devralmayı beklerken sırada
biz gene değnekçisiyiz günün
geliş gidiş saatini kontrol eden
gececi değnekçiler diyorum ben buna
biz olmasak gün doğmayacak gibi
geliyor bana...
                                         2 Eylül 2011
                                              Buca

2 Eylül 2011 Cuma

Gündeste'yi Beklerken


bekliyoruz godot'nun gelmesini
beklediğimiz gibi gündeste'yi
bir türlü gelmek bilmiyor
yeni basımının yapılacağını
bildiğimiz halde
sanırım beckette özeniyor şensoy
beklemek kar etmiyor
açıyorum ekşi sözlüğü
gündeste yazıyorum arama kısmına 
şensoy'un bundan haberi yok
gözüme ilişiyor gene güzel bir şiir
 aşkolsun akşamüstü
akşamüstü aşk küstü
zor bir boşluktur şimdi
nur bir boşluktur akşam
kırdı saydam kafesi 
uçtu gitti can kuşu
mor bir boşluktur şimdi
şol gönlümün yoldaşı
                                                   
2 Eylül 2011
                                                                                                         Buca

1 Eylül 2011 Perşembe

Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım

O sabah yine erkenden kalktı. hemen sigara pakedine doğru yöneldi sigara pakedinin haberi olmadan. paketi aldı. önce 7.2 şiddetiyle salladı. içinden ses gelmeyince panik oldu. biraz sakinleşmek için süre tanıdı kendine. evin ilk ve tek koltuğuna doğru yavaş yavaş yürümeye başladı sigara pakedini açmaktan korkan içmekten korkmayan adam. iki kişilik koltuğuna oturdu. hayatında ki tek arkadaşı sigara pakedi olan adam yavaşça sigara paketini koltuğun kalan bir kişilik bölmesine oturttu. onu rahat ettirmek için elinden geleni yaptı. sigara paketinin arkasına yastık aldı geldi hemen koltuğu sarsmadan kalkan adam. tek dostunun canı sıkılabilir endişesiyle televizyon kumandasını aldı sıkışmış koltuk arasından. birbirinden bağımsız bir o kadar da iç içe tv kanallarını teker teker gezmeye başladı. şarap gibi yıllanan ama bir türlü yıllandıkça güzelleşmeyen dizileri hızla geçti. haber kanallarından birini açtı. satılmış kalemlerin konuk olduğu bir programa rastgeldi. izlemeye başladı sigara pakedi tek dostu olan adam. aradan çok zaman geçmeden birden içinin karardığını hissetti. hemen sağına baktı. sigara paketi yastığın üzerinden koltuk arasına doğru kaymıştı. dostununda sıkılmış olacağını düşündü. hemen onu oradan tekrar yastığın üzerine koydu. televizyona doğru dikti bir yastığın daha yardımıyla. başka bir haber kanalı açtı. bu kanalda da şehit haberleri ön plandaydı. tek dostu sigara paketi olan adam çok daha sıkılmış hatta üzülmüştü. hemen bir sigara yakma fikri geliştirdi kendince. dostunun kapağını kaldırdı. daha önceden kontrol ettiğini unutmuş bir şekilde. kapağı açınca içi daha bir karardı. tek bir sigara bile kalmamıştı. hemen dizlerini karnına doğru çekip ellerini başına götürdü. bir sokak ötedeki bakkala nasıl gideceğini düşündü sigara paketinden bağımsız olarak. oraya kadar yürürken yalnız kalacağını düşündü. daha da sıkıntı sardı tek dostu sigara pakedi olan adamı.onu yanında götürebileceğini geçirdi aklından bir an gülümseyerek. gülümsemenin yerini tekrar hüzün ifadesi aldı. çünkü paketi yanında götürmesi çok saçma olacaktı. pakette yaşam belirtisi yoktu. içinde sigara olduğu sürece dosttu paket ona... Tek dostu sigara paketi olan adam hemen yeni bir fikir aramaya koyuldu. televizyonu kapadı. ev telefonu olmadığı için cep telefonuna doğru yöneldi. daha önceden ev telefonu bağlatmıştı evine tek dostu sigara paketi olan adam. ayda yılda bir kez çalan telefon onu çok üzüyordu. ayda yılda çalsa bile bu yanlış numara diyen teyzeden amcadan çocuktan başkası olmuyordu. cep telefonunda bu dert fazla yoktu. sonuçta 10 rakam vardı bir cep telefonu numarasında. cep telefoncudan gidip en eski telefonu ve en karışık numarayı istemişti tek dostu sigara paketi olan adam. cep telefonunu koyduğu vitrinin kapaklı bölmesinden çıkardı. şarjının bitebileceğini düşündü. hemen telefonun tuş kilidini açarak rehbere girdi. rehberdeki  tek kayıtlı olan bir çok sigara pakedi dostu olan bakkaldı. diğer elindeki sigara paketine bakarak aradı bakkalı. adresi verip tek sigara sipariş verdi. bir çok sigara paketi dostu olan bakkal ona tek sigara getiremeyeceğini yanında mutlaka birşeyler daha istemesi gerektiğini söyledi. hemen aklına gelen gıda ve temizlik ürünlerini saydı teker teker. bu saydıklarının yeterli olup olmadığını sordu birçok sigara pakedi dostu olan bakkala. yeterli olduğunu sigarasını on dakikaya kadar çırağı ile göndereceğini söyledi. tek dostu sigara paketi olan adam gülümsemeye başladı tekrar. buruk bir sevinçle saatine bakarak beklemeye başladı bakkalın çırağını. bakkalın çırağı on dakikada değil on üç dakikada gelmişti. tek dostu sigara paketi olan adam buna biraz bozulmuştu. çırağın elindeki torbaları aldı. tutarını sordu. tutarından daha fazlasını verdi tek dostu sigara paketi olan adam. çırağının gözlerinin içi parladı. koşarak dükkanın yolunu tuttu. tek dostu sigara paketi olan adam torbaları alıp kiler olarak kullandığı odaya girdi. hemen sigara paketini aramaya koyuldu. bulunca çırağın sevincinin aynısını oda yaşadı. gözlerinin içi parlamaya hatta gülmeye başlamıştı. torbadaki diğer ürünleri içinde bırakarak torbayı diğer torbaların üstüne bıraktı. neredeyse bir oda bu torbalardan doluydu. salona doğru yöneldi iki kişiik koltuğa tek kişi oturmak durumunda kalan adam. sigara paketini hızla açtı içindeki sigaraları bir bir masaya koydu. yeni aldığı paketi avuçiçinde top haline getirip fırlattı bir köşeye. hemen dostunun kapağını kaldırdı. içine tek tek özenerek dizdi sigaraları. pakete her koyduğu sigarayla birlikte yüzü daha bi gülüyordu. paket doldu. bir sigara yaktı paketi yanına oturttuktan sonra. birşeyler söyleniyordu bilincinden bağımsız olarak tek dostu sigara paketi olan adam. yavaş yavaş nikotinin etkisinden çıkarak pakete:
 -Senden iyisi bu dünyaya gelmedi dedi gülümseyerek 90'ların Camel paketine bakarak.                                       

29 Ağustos 2011 Pazartesi

yaz(ama)maktır benim işim

İlk yazımı yazıyorum bu blogta
belki son yazım bile olabilir bu blogta
zorlanıyorum imla kurallarında.
böyle bir şey çıktı sosyal medyada
herkes yazar olabiliyor
kimse umursamıyor kuralları
herkes arak yapıyor sayfalarında
sertleşme kuralları deyince
aklına cinsellik geliyor yazarların
oysa ki benim anlatmak istediğim
p,ç,t,k...
-de -da yazamayan adamlar yazıyor
sayfalar dolusu.
ben de karıştırıyorum
ben yazar mıyım ki sayfalar dolusu?
işin garibi
ben yazar mıyım?