27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yazanlar ve Tanrılar


                                                           - Söyle bana Pablo, aşkı nasıl küpe çevirirsin?
  yazmak bir bakıma ruhsal terapidir, hiç psikologsuz bünyeye, çok freud şeyler katabilir yazı sana. yazı da öyle yaz gibi gelmez; yazı kıştır, altyapısı düzensiz olan iniş çıkışlı yollarda çok piçfikirli araç sürücülerinin çamurlu sularından tutun da kaygan zeminde kıç üstü yere oturtabilecek şey de yazının kendisidir.
sosyal medya ile fikir sahibi olmadan yazı yazılmasının ne kadar da başarılabileceğini gördük, görüyoruz, göreceğiz. örneğin ben ve ben gibi klavyeli adamlar, -benim de tuşlarım var lan! gibi gayet salak yargı ile yazı yazabiliyor. bunların bir de mavi kuş sayfasını kullanmaları insanların sinirlerini alt ve üst edebiliyor.
işin en garip tarafı bu sanal yazarlık sizin kendinizi bir bok olarak görmenizi yasallaştırıyor...
  oysa resim öyle değil. hiç kimse bir günde sosyal medya denen sikimsonik olan ve bütün mecralarda var olduğumuz platformda ressam kesilemez. renoir bir gece yarısı çocuksu düşlerinizi fırça darbeleri ile kana bulayabilir, hiç kendisinin de hoşlanmayacağı biçimde böyle bir durumda. belki de en büyük dezavantajımız bob ross'u izleyerek büyümek oldu; -belki orada olan ağaçlar'ın dalları ruhumuza battı ve yeteneklerimize zarar verdi.
  ressamların tanrı olduğuna inanmıyor değilim kimi zaman, kendi dünyalarını kulları yani boyaları, fırçaları yardımıyla oluşturuyorlar. üstelik onların dünyasında cezalandırılanların düştüğüne inanılan cehennem de renklerle oluşturulucaktır; ne kadar kötü olabilir ki?
  düşünceleri, daha çok duyguları yazarak değil de resimler ile anlatmak isterdim küçüklüğümden bu yana.  hatta zamanında bu işin yetenekten çok çalışma ile alakası olduğunu düşünecek yaşta olmadığım dokuzlu-onlu yaşlarda resim kursuna başlamıştım; atarideki ikinci kolun anlamı olan çocukluk arkadaşım, yan komşum çok güzel resim yapıyordu.  pastel boyaların canson kağıt üzerindeki dansı büyülemiş olacak ki aynı kursa ben de yazıldım gayet idrar yarışı zihniyeti ile. eli caran d'achelı çocuğun ablası güzel sanatlar lisesinde okuyordu hep çalışmalarını ağzımdan salyalar akarak izlerdim. yaşamım boyunca hep bir iştah sorunum olduğundan bu sefer de maymun iştahına rast gelmiş olduk, bıraktık.
  takvim yapraklarını çok hızlı yırttı yıllar. trt'nin bu kadar badem bıyıklaşmamış yıllarında hollandalı bir adam tanıtıyordu, güzel sesli seslendiren, çok çalışmaktan,zorluklardan bahsediyordu. hayatımda bu iki kavramı da yaşamadım; yaşamadığımız şeyleri daha bir heyecanla izleriz. vincent van gogh... sarının hükümdarı...
biyografik ve otobiyografik eserler sanatın her alanında daha çok ilgimi çekmiştir; lise sonları artık sayısaldan bir bok olamayacağımız gayet bok gibi de meydandayken, modigliani'yi keşfetme şerefine eriştik gündeste'deki bir dizeden hareketle:
       "demir aldık bir modigliani kadının gürültülü yaşamından"
   
- biz de hep demir alıyoruz yaşamlardan fakat nedir ulan bu modigliani? sorusunu ben her bir şeyi çok iyi bilirim gugıl'a danıştık; sanatçının az yıllarını az bir özetledi; - ağbi elimde bir de film var, ona da bak istersen dedi, teşekkür ettiğimi belirttim, o orasıyla ilgilenmedi. ben de bozulduğumu faça vermeden filmi izledim; bir kez daha sevmedim picasso'yu, picasso'nun çok da üreme uzvundaymışçasına, daha da tanımak istedim modi'yi, olmadı.
  demirtaş'ın ana okulunda baskı için çizim teknikleri yapılacak az derste, bir ressam seçerek portremizi onun tarzı ile çizmemizi istediler; modi ile tekrar görüşme fırsatı yakaladık, ne yaptığımı sordu, cevap veremedim, ilk tanışmamızdan beri bir bok yapmadığımı söyleyemedim, -siktir et dercesine içkisinden bir yudum aldı, sigarasından uzattı, hala içmediğimi belirttim, -saçmalık, sadece tütün ve alkol, bir yaşamı bitirmeye yetebilir dedi, uyuşturucu dedim, o işin katma değer vergisi düşünceleri dedi, güldük.
  onun tarzı ile yaptığım portrenin karikatüre benzemesi ikimizin de hiç hoşuna gitmemişti, türkçe bilip hiç kelime vermeyen hoca resme sanki bizim peluş sandığımız oysa tdk'na göre pelüş olan oyuncak ayılara bakar gibi, çok sevimli olmuş diye noktayı koymadı, üç nokta  ile devam etti.
  kendimin karşıt cinsi renkli fotokopisi arkadaşım ile film izleyecekken önermiştim seveceğini düşündüğüm modigliani'yi. bir filmi birlikte izlemek için illa yan-yana, küçük sinemaların düşmanları olan endüstrileşmiş salonları tercih etmeye gerek yoktur düşüncesine sığınarak, aynı filmi farklı yerlerde izlemek de ortak yargılar çıkarır fikri ile izledim filmi yine-yeniden.
  jeanne'nin gözlerini, asıl jeanne'yi gördüğü zaman çizeceğini söylüyordu filmde modi görünümlü garcia. mick davis'in güzel bir yere dikkat çektiğine karar vererek, bir ressam olsaydım, modigliani'yi taklit etmekten hiç çekinmeyeceğimi düşündüm. hırsız derlerdi, desinler.
  eğer birinin gerçek yüzünü gördüğümde gözlerini değil de gülüşünü çizmek isterdim; sanatın geleceği bir kadının gülüşündedir; çünkü o gülüş anında tüm saflığı ile karşınızdadır modeliniz, ressam olarak bunu hayatım boyunca gerçekleştiremeyeceğimden, insanların gerçek yüzünü görmek için sürekli güldürüyorum sıradan birey olarak, ve bu bob ross'un dalları ile yaralanan yüreğimizi, iyileştiriyor gün geçtikçe, üzülsek bile.
  güldüğümüz insanlar ile geceleri doğurduğumuz hayallerin, gün doğduğunda emekleyemeden yok oluşunu izliyoruz, kanalı değiştiremiyoruz.

26 Temmuz 2013 Cuma

özgürlük


kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar. Sınırlara gelince fark ediliyor bu. Dışarı çıkmak isterken kendini cama vurup duran yarı delirmiş kara sinekler gibiyken. Sadece geceleri, yapayalnız ve yalınayakken anlaşılabilecek şeyler var.

25 Temmuz 2013 Perşembe

yüzde çok alkollü saman kağıt


 
"bir kız bulup aşık olacağım, en salak halim yüzüme yerleşecek, yaşamak başka bir heyecan ve boyut kazanacak. kıza şiirler düzeceğim, o bana umut verecek ya da bana öyle gelecek, orası önemli değil. bir gün gel diyeceğim gelmeyecek, ben saldıracağım içkiye, onurunuza zeytin ağaçları, selamın-hello balıklıova'nın huzur taşıyan rüzgarları!"
      Demişti Çarşambalı. Çarşambasız olarak değiştirdik kendi sığınağımıza göre davulcu davuluna ve insanların uykusuna tokmağı ile orantısız şiddet uyguladığı saatlerde.
      Bir de -İçimden garip bir ses, sen sonunu bekleme, tez elden al demiri, gün doğarken git diyor! demişliği var Seyircili Seyir Defteri'nde; fakat ona ne gücümüz ne de cesaretimiz var.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Deli Düşleri

 - Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir. demiş Yahya Kemal biliyor muydun?
 - Bilmiyordum ağbi, ne anlatmaya çalışmış, bir de kim bu Yahya Kemal?
 - Boşver, ben de bilmiyorum. diyerek birasından uzunca bir yudum aldı. Biranın ona batmayan fakat rahatsız eden marka bilgilerinin yer aldığı kağıdı yırttı, yuvarlamaya başladı,
 - Öyle olsun, içmeyi bıraksan mı artık? diye tedirgin bir soru yöneltti olmayan adam, kumsalın betondan dökülmüş siyah beyaz oturma yerlerine çarparak adama ulaştı.
 - Neden?
 - ...
 - Şiirler vardır şarkı yazdırır, şarkılar vardır şiir yazdırır, şiirler ve şarkılar vardır; öykü yazdırır. Ezginin Günlüğü dinleyicilerine öykü yazdırmanın inceliklerini öğretiyor mesela, ince ince dokuyarak.
Yıllar içinde birkaç kez değişmiş solisti Ezginin Günlüğü'nün. Fikir babası hala içinde barınıyor; söz yazarlığını, çalgıcılığını yapmakta Nadir Göktürk.
 - Nereden çıktı ağbi?
 - Duymuyor musun Ezginin Günlüğü notalarını taşıyor rüzgar ile işbirlikçi dalgalar; Sanıyorum şuan Hakan Yılmaz Aykız'ı söylüyor; Azeri parçası. Ahmet Kaya da söylemiş zamanında.
   Çocuklar geçiyor sahilin üzerindeki kaçak kaleleri, yapıları eze eze. Gülüşüyorlar ,yapıların mimarlarının annelerinin sıcakta beynin pişti, baskılarını duymayarak amaçsızca şehirleşme çabalarını hiçe sayarak. Terliğinin kum dolmasından şikayetçi olan belediye tarafından görevlendirilmeyen yıkım ekiplerinin başı terliğini çıkardığı an, ekipten diğer çocuk kapıyor terliği, fırlatıyor denize terliği
  - Sana o dondurmayı yere atma demiştim, ödeştik, banane! diyerek koşuyor.
  - Orospu çocuğu! diye bağırdı arkasından ama orospu çocuğu oralı olmadı.
 - Bunlar biraz daha büyüyünce buradaki zeytin ağaçlarını sömürecekler biliyor musun? Hatta eminim bunların savaşları daha çetin geçecek!.. Bunlar daha da sinirli. Biz daha fazlaydık bunlardan, velet sürüsü! Türlü türlü oyunlar. Şimdi? Kimse yok.
 - Olsun ağbi, ben varım.
 - Var mısın? Hassikktir!
 Denizin gün içinde kendisine vurulan tokatlardan şikayetçi olduğu dalgalarından belliydi, dalgalar sinir ürünü olmasına rağmen azat ettiriyordu ruhları. Deniz nota taşımayı bıraktı, sahilin diğer tarafına popüler kültürün yozluğunu hissettirecek şarkıları açan adamlar gelince. Zaten az bokmuş gibi şarkılara remix adı altında düzenlemelerle kafa sikmekten öteye gitmeyen bu şarkılar insanın sinirlerini düğümlüyordu.
  - Bunlar müzik mi şimdi? diyerek -kapat ulan bu müzik sandığınız gürültüyü! demek için kalktı yerinden.
  - Boşver ağbi,  gel biraz daha diğer uca doğru ilerleyelim. Hem şurada balık tutan adamı izleriz.
  - Boş vakitlerin adamları bu balıkçılar, gelmeyecek şeyi bekliyorlar. Biraz da benziyoruz bir bakıma. Hem bunlar beklemeyi Beckett'ten değil de balıklardan öğrenmişler. Nah gelir balık!
  - Ağbi sence senin beklediğin gelir mi?
  - Bilmiyorum, biz bekleme fiilini seviyoruz, hem beklemenin sonunda gelen olursa, mutlu oluyorsun, mutluluk bir vazgeçiştir, neden vazgeçmeyi seçelim?
 - Hiç anlamıyorum seni. diyerek denize bir taş attı olmayan adam.
 - Ben de anlamıyorum zaten, siktir et.
 - Hiç Haldun Taner okudun mu? Haldun Taner gün içinde hiçbir şey yapmasa bile, daktilosunu Moda'da ki balkonuna atar, sadece gördüklerini yazarmış ve yazar olmaya hevesli gençlere de günde en az yirmi sayfa yazmalarını öğütlermiş. Mesela bu yazı da böyle bir kaygıyla yazılıyor olabilir, maksat boş kağıt dolsun. Yirmi sayfa da bence abartı. Yazamaz isen böyle kalabiliyorsun. Hem artık -tüket, at çılgınlığı hakim. İnsanlar öyle edebi, ağdalı bir dil beklemiyor yazarından. Ağdalı bir dil kurucam diye zaman öldürmenin de anlamı yok bu durumda. Bazen düşünmeden yapılmalı bir şey, doğaçlama gelişmeli. Fiillerimize düşüncelerden surlar örmenin kimseye bir faydası yok ki bize pansumanı olsun?
 -...
 Bir balık zıplayarak selam verdi balıkçı ile dalga geçermişçesine, hızlıca teknelerin yanına doğru yüzmeye devam etti. Balıkçı da küfrü ihmal etmedi, sinirlenip kovasını toplamaya başladı.
 -Ağbi içecekler bittiyse biz de kalkalım yavaş yavaş, ayrıca -bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir? de ne anlatıyor bu adam?
 - Boşver... Ben de öyle yaptım zaten... diyerek vedalaştı olmayan adam ile hiç olmamış adam.
  Gün aydınlanmaya başladı, deniz Sabah Türküsü'nü söylemeye başladı da duyacak kimse kalmadı etrafta dubada ikamet eden iki martı dışında. 

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Çocuk Zenginliği


" Dalgalar evimin duvarına vursun , bütün bu kumsal benim olsun , ben balkondan ayağımı denize sallayayım görgüsüzlüğünde değilim. Çocukken bütün kumsallar ve denizler ve dalgalar benimdi zaten. Kumdan kaleler , şatolar yapıyordum; tapusuz kadastrosuz. Dalgalar gelip yıkıyordu kalemi, şatomu. Dalgalardan davacı olmuyordum..."

5 Temmuz 2013 Cuma

Bensiklopedi Roma Rakamları İle On


- gün içinde bavuluna sıkıntısını, sevincini, heyecanını katıp otobüs şirketlerinin kıç içi kadar yazıhanelerine doluşan insanları yolcu ediyoruz önünden geçerek.
- Bu aralar en sıklıkla duyduğum en hoş üstü kapalı emir cümlesi: -Evet, şimdi tatlı bir gaz veriyoruz...,

- Asaf Halet Çelebi edebiyat yıllıklarının ve şiirlerin arasında sıkışık kalmış bir şair. Bir bakıma iyi de bakıyorum bu unutulmuşluğa. Şiirleri tekelimize alacak kadar bencil olmasak da bazı şairlerin sosyal medya denen maksadı -kendini olduğundan farklı gösterme mecrasında harcanmasını kabul etmek saçmalıktır. @ali @ayşe'ye tivit atsın diye Turgut Uyar -göğe bakalım! dememiştir!
 Şöyle de bir gerçek söz konusu ki ; şiirler birilerine ithaf edilebiliyorsa güzeldir; ithaf edilen kişi kendini zaten bilir; dizelerden tanır kendini, @ gibi bir etiketleme aracına ihtiyaç olmadan.
 - Asaf Halet Çelebi diyorduk; Çelebi duygu ile mistisizmi harmanlamış bir İstanbul Beyefendisi. Kim sorabilirdi İbrahim'e -gönlümü put sanıp da kıran kim? diye.
 - Neyi çok istediysem yapamadım; geyiğe girmeyeceğim sayın sevgili pek değerli birkaç okurdan biri. naber? neyse. Karikatür çizmeye de çalıştım hayatımın bir bölümünde, azıcık yol katetmiş de olabilirim bilmiyorum fakat sürekli neşeli, saf tipler çizmeye özen gösterdim; insanlar o kadar mutsuz o kadar kurnaz duruyorlardı ki... Ben çizmeyi bıraktım, insanlar biraz daha asık biraz daha insansız.
-  Sürekli bir şeyleri ertelerken yaşamı ertelemişiz hü.
-  Zeus şişmanları hiç sevmediğinden yaz mevsimini yaratmış.
-  Yol varsa gidilir.

- başım omzunda iken sayıkladığıma bakma

 beni istediğin yere götür
 ikimiz de ne uykudayız
                         ne uyanık

- O son şiiri okumayacaktık.