6 Şubat 2015 Cuma

Ortaya Karışmış




"sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor" Uyar

Lingi Lingi Ling
- ruhuma bir hayat yakıştıramadım.- diyor murat uyurkulak tol’da. o kadar sevmişim ki bu cümleyi; arkadaşımın dudaklarından atmosfere karışan -seni iyi tanıyorum. sesine karşılık olarak fütursuzca bir kahkaha bıraktım masaya. kahkahalar bira şişelerine çarptı.
 -lingi lingi ling… ne arkadaşım anladı ne de şişeler.

palto’dan çıkan not
gömleğinin arka yakasından sırtına giren sinsi kar tanelerinden titreyen dostoyevski girdi içeri, kumar borçları yüzünden uzaktan bakıldığında bir savaş zırhına benzeyen el örgüsü paltosununu masada bırakmak zorunda kalmış, her zamanki gibi mutsuz bir yüze sahipti. mutsuzluğuna tipi şeklinde yağan kar karışmış, söyleyecek sözleri var gibiydi. şöminenin başına geçip birkaç odun ile ateşi harladı. ateş özgürlük türküleri söyler gibi coşkuluydu.
gogol çiçikov'un kelime cambazlıkları ile süslü yardım çağrılarını dinliyordu, dostoyevski'ye dönerek: 
- kendi yarattığım karakterleri bile istediğim gibi yönetemiyorum, hayatlarını iyi şekilde kurgulayamıyorum, hep birşeyler engel, birşeyler. elimizde olmayan şeyler var. yine başına dertler açmış, yaptıklarının prensin bile kulağına gitmiş...  gogol bunları söylerken dostoyevski suskunluğunu koruyordu. gogol çalışma masasının üzerine giderek bir dosyayı dolduracak kağıtlarını toplamaya başladı, gözlerinde çaresizlik vardı, kenarına köşesine mürekkep damlamış, üzeri karalanmaktan eskimiş kağıtları sinir ile birden fazla parçalara ayırıp şöminenin başına geçti, ateşe attı. odunların arasından yükselen ateşler kağıtlar ile birlikte durulmuş, çok zaman geçmeden tekrar yanmaya başlamıştı. coşku yerini hüzne bırakmıştı.
dostoyevski gogol’un paltosunu giydi yeniden kara karıştı. gogol bir çiçikov'a bir de pencereden tipide yürüyen dostoyevski'ye baktı kaldı. 
bense ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilmeden biranın köpüğünde yüzüyorum, tanrıya yakarıyorum: iyi ki var, iyi ki yok. keşke olsaydı.
tatil
tatillerde yapılacak en güzel şey hiçbir şey yapmamaktır. tatillerin en kötü tarafı ise elbet bir gün bitecek olmasıdıır. okula gitmediğim günleri milli birlik ve coşku ile kutlayabilecek bir potansiyele sahip olduğumun farkında olsam bile okulun bitmesini bir bakıma istemiyordum. hep o final dönemindeki boşluklarda yaşayabilirdim. klişenin dibine vurabilirim, bir taraftan cengiz üstün'ün anti klişe timlerini kontrol ediyorum, diğer stajyer arkadaşlara da tembihledim kapıyı pencereyi gözetleyecekler : " her biten şey, bir gün başka şekilde başlıyor, illa ki başlıyor yani". okul bitmeseydi tatil daha başlamayacak, biz o duygu ile daha da heveslenecektik. geleceğini bildiğin şeyi beklemek her zaman güzeldir. tribün tahrikini, heyecanını katar insanın az dalgalı gönlüne. 
 beklediğin şey gelmez ise çok arabesk duygulara gark edebilirsin kendini, yeni kararlar alırsın her güne. kariyer hedefi olarak alkolikliği seçebilirsin hiç gerek yokken. 
 şu koduğumun hayatında beklediğin hiçbir şey gelmezken bir tek yazarlar gelir. gecenin kör vakitleri ağbi olarak hitap etmek istediğim bıyıklı ve gençlerbirlikli yazar mahir ünsal eriş klavyesinden kuşları uçuruyor: "şimdi levent cantek düşünsün." ekte de üçüncü kitap yazıyor, tatilin en güzel haberi oluyor bu, gelmeyen üçüncü kitap şerefine içiyorum ondan, bıyıklarından ve gençlerbirliği'nden habersiz. 

tatilini geleceğin için staj ile doldurmak ile birlikte sabah-akşam reha muhtar gibi kuşlar uçuruyorum klavyemden: "günaydın sayın seyirciler, her nerede staj yapıyor, yaptırılıyorsanız..." stajların en keyifli yanı iyi insanlar tanımak, gülüp, güldürebileceğin yeni insanlar... kariyerin için en ufak bir şeyi öğrenme çabası...
üç hafta kadar baskılara karşı dirensem de kişisel bir takım sebepler ile birlikte sakallarıma veda töreni düzenledik küçüklüğümden beri tıraş olduğum berber ağbide.
sakallarımın ardında ideolojik mesajlar arayanlar, otobüs-metro gibi toplu taşıma araçlarında dik ve sik şeklinde bakmaları gayet can sıkıcı olsa da -sakalım keyfe keder.- diye geziyordum, keyfim de kaçtı artık.

nerede?
leonard cohen'in dance me to the end of love şarkısı ile yüzyüzeyken konuşuruz'un bir takım benzerlikler taşıyan evi beşiktaş'taydı şarkısını dinlediğimizde, -kimin?- şirin sorusundan sonra gelen bol gülümsemeli konuşmayı düşündükçe biraz üzülüyorum. -ben buradayım.-  
nerede?

1 yorum :

  1. Uzun zaman olmuş yazdıklarını okumayalı, Bi solukta bitirdim eksik kalanları. Hep yaz.

    YanıtlaSil