19 Ekim 2014 Pazar

Bebek Kafası'na Erenler


andy warhol ile vedat özdemiroğlu benzerliğini kimseyle paylaşamazken, ekşi'de kendim gibi düşünen yazar arkadaşların oluşu beni az biraz mutlu etmedi değil.
vedat özdemiroğlu ağbi demişken april yayınları'nın son dönem adından sıkça söz ettiren işleri olduğu da bir gerçek. gerek yeni yazarları ile gerekse kitap kapakları ile kitapçılarda göze çarpıyor. Bu göze çarpılışın en güzellerinden biri de vedat ağbi'nin bebek kafalarını menteş'in editörlüğü ile kitap haline getirmeleri. menteş'i seviyoruz lakin v.ö'yü daha çok seviyoruz.
hiçbir zaman kitap fuarlarına sadece stant açan mizah dergileri için gidenlerden olmadım, hele test kitabı almak için giden gelecekendişengiz insanlardan hiç. gittiğimde o kitaplardan alsaydım ve onları çözseydim şuan çok daha farklı yerlerde olabilirdim. dikkat ettiyseniz çözseydim diyorum çünkü test kitabı almak çözmesinden kolay. test kitaplarının ağırlığı korkutmuş olacak ki beynimi öyle şeylerle doldurmanın çok gereksiz olduğunu savunup durdum bunca yıl.
neyse konu çok yanlış yerlere gitti, benim de zaten çok fazla vaktim yok, okul açıldı, projeler başladı. yapılması gereken işler kapının önünde sıralandı, bir devlet dairesi çalışanı gibi başımdan savuşturup, oradan oraya yönlendiriyorum onları.
ne diyorduk? kitap fuarı, v.ö.
yaşın test kitabı zamanları ben haftada çıkan tüm mizah dergilerini susuz, sek olarak tüketme ihtiyacı hissediyordum. çok güzel bir koleksiyonum vardı, hala var. üniversitem benden çok şey aldı, mizah dergilerim de bundan nasibini aldı. etrafa sarı mizah dergilerinden bakarken birden kendini geliştirme dürtüsünden o sarı sayfaların güzel kokusunu, pazarlama dergilerinin o itici kuşe kağıt kokusu aldı. karikatür bana hayata pembe değil de sarı bakmayı öğretti. hayat pembe değil, ne de ionesco'nun da düşündüğü gibi kapkara değildi. belki biraz vian jazz'ı gibi mavi. laciverte çalan bir mavi.
uykusuz'un imza gününe denk gelmiştik kuzenimle, yaşıtların kalabalıklığı içeride nefes almayı dahi engelliyordu. karbondioksitler havada çarpışmaktan soygazlığa kadar yükselecekken bir an için hasta numarası yapıp en ön sıralara bile kaynamayı düşündüm.
uykusuz'dan bir idari görevli sıraya gelip: 
"sıranın öbür bölümündeki arkadaşlar için söz veremiyoruz, uçağımız var..." sözleri biraz can sıktı.  v.ö ile konuşup, "ağbi ben de sen gibi olucam!" sözlerini söyleyip en azından kendimi gazlayıp, bir şekilde yazmayı bırakmamayı sürdürecektim. o sıralar vedat ağbi kanaltürk'te bir talk showa başlamıştı, kendisini beyaz'ın karşısına konmuş olarak buldum. kanal d gibi bir rakibi vardı. nasıl yirmi yıldır en ufak gelişme gösteremeyen bir adamın hala program sunmasına şaşıyor, kanaltürk'ün de bu yayın politikasına daha da şaşıyordum, benim şaşmam her iki yayın organı için de bir anlam ifade etmiyordu elbette. o program için birkaç soru hazırlamıştım v.ö'ye. su almak için masadan kalktığında yanımızdan geçerken tuttum onu.
-ağbi senin orada ne işin var? diye sorduğumda güzel güzel anlattı, ben ve diğer sıradaki yaşıtlar dinledik, "ağbi ben de senin gibi olucam!" diyemedim. oğuz ağbisinin yetiştirdiği, senelerdir sarı sayfalara yazan, reklam yazarlığı da yapan bu adama karşı ne yapıyorsun olum sen, saygısızlığa lüzum yok! diye düşündüm.
fuardan montrö meydanı'na çıktığımda, düşünerek, yazarak hayat satın alacağımı kesinleştirmiştim.
ilk defa "ben oldum yürüyüşü"nü onda görmüştüm daha sonra da bu yürüyüşü seneler sonra serdar erener'de gördüm.
april yayıncılık'a teşekkürü bir borç bilip, vedat ağbi'nin kitabını satın alın, okuyun. dikkat ederseniz lütfen demedim. ağbi iç rahatlatır.
rastgele attım elimi koleksiyondaki uykusuz'a. 2012 yılını geri getirdi bana. 22 mart. 
"askerdeydim, izinli olarak ankara'dan istanbul'a gidiyodum bi hafta sonu. tren biletim vardı. ben oyalandım, trafik kitlendi derken, gara girdiğimde mavi treni gördüm orda, kıpırtısız duruyodu. trene hareketlendiğim anda tren de hareketlenmeye başladı. çok yavaş ama kıpır kıpır. gittim, kaçırdığım trenin yanında durdum. ve hatta dokundum. çok saçma lan insanın kaçırdığı treni okşaması! bildiğin, ellerimden kaydı gitti, uzaklaştı tren. ayaz gecede traşlı kafam ve elimde çantamla kaldım öylecene garda. homurdana homurdana gittim, en yakın otobüste yer buldum. dokunduğum treni düşüne düşüne vardım istanbul'a..."
başlığı atarken üniversitemde çok sevdiğim bir hocam iyi tasarımın ancak çocuk kafasına indiğinde gerçekleşeceğini öğretmişti bana, bebek kafası daha cazip geliyor v.ö'yü tanıdığımdan bu yana.
Beşiktaşlı Adam'a saygıyla...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder