11 Temmuz 2014 Cuma

Vapur Dumanı Martıları Boyamaz


 - Ne mutlu İstanbul'u yaşayana ve yaşayacak olana...
 - Ne kadar güzel konuşuyorsun...
 - Ben konuşmuyorum. Haldun Taner konuşuyor. Evet biraz güzel konuşmuşluğu vardır.
 - Tanışıyor musunuz?
 -  Ortada ikinci çoğul kişi ekini kullanacak bir durum yok! Tanışıyorum da o beni tanımıyor. Arkadaşımın arkadaşı. Her sabah odamın penceresinden selamlayarak gidiyor Haydarpaşa'ya doğru. Arkadaşları ile birlikte zarar gören çatısını tamir etme istekleri var fakat elleri kolları bağlı.
 - Neden? Tarihi bina olduğu için izin mi gerekiyor restorasyon için?
 - Yok elleri kolları cidden bağlı, tüylerden oluşmuş, o naif kanatlarıyla nasıl tutsunlar çekici?
  - Ne diyorsun hiç anlamıyorum seni.
  - Haldun Taner'in en iyi arkadaşları martılar. Biz de zaten bir sabah işe gitmek için kalktığımda tanışmıştık, saatimin alarmından rahatsız olmuşlar olacak ki kapatmak ihtiyacı hissetti; özgür sinek ordusunun binaya girişini engellemek üzere konuşlandırılan sinek tellerinden giremedi. Kulağımın dibindeki iğrenç gürültüyü duymayan ben martının seslenişini duydum. Apar topar hazırlanıp, fırının yolunu tuttum. Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği ile birlikte günün en önemli öğünü. Diğer öğünleri atlasanız da kafii. Hem Haldun Taner'in de illaki bu öğün hakkında dediği şeyler olmuştur, yazın hayatı kaydetmese bile. Da siz kimsiniz? Ben niye sizinle oturup Kadıköy'de Sarıyer Böreği yiyorum. Ayrıca ortada bir Sarıyer Böreği varsa biz neden Sarıyer'de yemiyoruz?
  - ...
 Vapurlar emekli oluşunu bekleyen devlet memurlarının dairelerine girişi gibi yanaştı limana. Yorgundular. Şehrin curcunasından uzaklaşıp bir ege kasabasına demirlenmek istiyorlar. Bazıları ise vasiyet olarak Akdeniz açıklarında batırılmak istiyorlardı. Birazda balıklara ve diğer deniz canlılarına hizmet etmek istiyorlardı.  Vapur limandan eli çantalı genç hanımefendilerden sonra kulağı telefonlu beyefendilere daha sonra da bana ulaşım özgürlüğü tanıdı. Daha sonra bir bebek arabası aldı. Bebek arabasının içindeki bebek kaptana yavaş kullanmasını tembih ettiyse de kimse duymadı.  Kalabalıkta kaybolma korkusu ile o şehre turistliğiniz flört ederken en büyük dostunuz Gugıl haritalar. Zaten her yol denize çıkıyor, denizden buluyoruz yönümüzü. Bu deniz Balıklıova'ya da çıkar ha!
    Vapur ana-baba çekirdek ailesinden çok geniş aile günüydü. Rüzgar bu sıcak yaz gününde vantilatör görevi görüyor, ruha gezi hakkı tanıyordu. Bir diğer önemli görevi tarihi binaların tozunu almak olan rüzgar gözündeki yaşı da sildi Zarife'nin. Zarife Kadıköy-Beşiktaş güzergahında yan flütü ile dinleyicilerine resital veriyor, notalarının üzerine göz yaşı da serperek ortaya leziz bir müzik çıkarıyordu. Kahramanlıklarından sonra isim alan Orta-Asya Türk toplumlarındaki beyler gibi bu ismi ona ben verdim. Kulağıma gelen hoş zarif melodiler onun bu ismi hak ettiğini gösteriyordu. Narin boynu, parmakları...
   Marmara bir sürü gemiyi usanmadan taşımaya devam ediyordu. İstanbul iyi bir müzikçalar olsa gerek. Her yerinde güzel bir parça iile eşlik ediyor manzaraya. Vapurlar geçerken kulağımıda hayallerdeki yarin sesi ütopyalar güzeldir diyor. Her bir nokta ayrı bir şarkıya sahip. Zarife de bunun bilincinde olacaktı ön planda olan silüete uygun şarkılar seçiyordu. Seçtiği müzikler herkesin nakaratına dahi olsa eşlik edebileceği türdendi. İnsanların dudaklarından okuyabiliyordun mırıldanışlarını. En köşedeki güneşin kelini parlattığı eli Cumhuriyetli Amca yağmurun elleri şarkısını Nihavend makamına uydurduysa da  nakaratta en ufak bir yanlışlık yapmıyordu.
  Sevmesem incinir, sevsem incinir renk skalası bir kız, emekli bankacı Dikili görmüş, güzelliğini unutamamış amcanın yanındaki boş oturağa oturdu. Çuvala benzer, çeşitli kumaşlarla yamanmışa benzeyen çantasını yavaşça yere bıraktı. Çantasını nazikçe yere bırakması kırılacak bir eşya taşıdığını düşündürttü. Etrafa turist gözlerle bakmaya devam ettim. Çantasından Büyük Saat'ini çıkardı. Neden çantaya çıt kırıldım şeklinde davrandığını anladım. Zarife'nin notalarına Uyar'ın dizelerini karışıtrıyordu. Acaba kendi mi almıştı o kitabı? Eğer hediye edildiyse büyük ihtimalle şiirin elinde ne kadar da güzelleştiğini bilen bir çocuk tarafındandır. Tarihte şiir ve sevgiden anlamayana şiir kitabı hediye edilmesi gibi yanlışlar yapmış biri olarak o çocuğu kıskandım. Hangi şiiri okuduğu merakı sardı dört bir yanımı. Acaba başka hangi şairleri okuyordu? Ülkü Tamer'in virgülü ile tanışmış mıydı? Zarif Şair'i biliyor muydu?
   Vapura binmeyeli uzun zaman olmuştu. Karşıyaka'ya vapurla geçmeyeli. Çarşı'da dolaşmayalı. Bostanlı Açıkhava Sahnesi'nde oyun izlemek için aldığın biletlerin elinde patlamayalı diye düşünerek indim vapurdan. Zarife indi mi bilmiyorum. Toplumsal bir yaradan ibaret olan toplu taşıma aracından inemeyeceğim korkusu ile limana on kala geminin burnundaydım. Liman görevlisi halatı bağlamam için bana gönderdiyse de ona -yok anasının örekesi bakışı attığımda yaptığı yanlışı fark etti. Aslında o halatın arkamdaki görevli için atıldığını anlamamla asıl anasının örekesinin benim için kullanılması gerektiğini anladım.
 Duraklar, o duraklarda durma fiilini gerçekleştiren mor otobüsler ne kadar da yabancı. Bilmediğin şehrin bilmediğin otobüsleri. Yavaş şehrimin sabah telaşı var her dakika bu kentte. Bir aylık sığınma talep ettim bu şehre. Bir gece kendi kendimi kaçırdım bir valizde. Valizin büyüklüğü kaçışımı yavaşlatsa da Mehmet Güreli, Mahir Ünsal Eriş, Gabriel Garcia Marquez'i de koydum içine. Marquez İspanyolca bir şeyler söyledi, Eriş Gençlerbirliği üzerine dönen oyunları anlatmaya koyulduğunda Güreli, Mahir Bey ve bıyıklarını sükunete davet etti. Kibar adamdı Mahir Ünsal Eriş, sustu. Mahir Bey'in kırıldığını  anlayan Gürel'i onun gönlünü almak için Erdek'ten, Çanakkale'den bahsetmeye başlayınca Mahir Bey'in bıyıklarının altında İzmir kadar sıcak bir gülümseme yerleşti.
 Boyunbağı yerine fotoğraf makineli insanlar olarak bağımsızlığımızı ilan edebilecek sayıdayız. Eğer bir hafıza sorununuz yoksa tarihi binaları ölümsüzleştirmek için birkaç bin lira harcayıp fotoğraf makinesi satın almak çok absürt. O işi Gugıl Görseller sizin için yapıyor. Böylece doğru görüntüleri çekmek için zaman harcamanıza gerek kalmıyor. Dışarıdan bakıldığında pek kullanılmadığına dikkat ettiğiniz beyin, görüntüleri hafızaya kaydettiğinizde yaşlanınca alzheimer hastalığı belirene kadar koruyuor.
Hafıza sorunumuz olmasa da yeditepeli kentin göbeğinden çekiyorum pamuklaşmış bulutları. Unutma hastalığına yakalanmak istiyorum. Herkesi her şeyi unutup rant temelli şehirde sürekli arayışlarımı sürdürmek.
Aynı şehirde olduğunu bildiğin insanların bir telefonla iç rahatlatıcı yardımcılığı. -Kaybolursan ara!- temalı konuşmalar navigasyonun hala çok gereksiz birşey olduğunu düşünmemi sağlıyor.
Burayı nasıl bırakabileceğimi düşünüyorum Şişhane'ye yağmur yağmazken.
Dalga seslerinin artışını duyuyorum, köpekler hep bir ağızdan o seslerle yarışmak için havlıyorlar...
  - Kalk oğlum kalk! Sahilde uyuyakalmışız, bok var içiyoruz bu kadar!
  - Oğlum staja geç kaldım, e martı sesi de duymadım...
  - Ne stajı ne martısı amına koyayım, kalk gidelim de yatalım, kalkınca denize geliriz. Gene gün bitecek. Saat sabahın altı buçuğu...
  - Bu deniz Kadıköy'e çıkar mı lan?
  - He çıkar amına koyayım...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder