12 Ağustos 2013 Pazartesi

Güncede Tuz Kokusu


  Doğum günümüzü bir ay geçmiş, bir ayda neler yaşamışız belli değil. Tatil yaşayamadığımız daha da belli. Bir özlem treni ile geziyoruz hiç raylı İzmir-Balıklıova arası mekik dokuyoruz gri yollarda, virajlar içimden geçiyor, dalgalar taşlarıma vuruyor.
 Zeytin ağaçları rüzgarın selamını alıyor, bir anne çocuğunun başına şapka takma derdiyle yanıp tutuşuyor. Bir çocuk dalgakıran inşa ediyor deniz kenarına kumdan kalelerini korumak için.
  Balıklıova'nın sakin suları iki kişiyi almış, sahildeki amcalardan duydum. Sabah gazetesi okuyan amca söylüyor Hürriyet okuyan sarı bıyık dedeye.
 - O gazete ile senin ne işin olur? diye soruyor hiç Doğan Hızlan okumamış Hürriyetçi amca.
 - Ne bileyim yahu, Yeni Asır yoktu, ben de bunu aldım. Burada yazıyor; altı kişi botla açılmışlar, dördü kıyıya yüzmeyi başarmış.
 Garip bir sevda şu deniz aşkı. Bu durumda ölenler platonik aşk yaşayanlar oluyor herhalde...
 Ben o ara sıkıntıdan saracak bir şey bulamayıp sahilde kitap okuyanlara bok atma derdindeyim. Arkadaşıma yobaz düşüncelerimi empoze etmeye çalışıyorum. Luke Rhinehart okuyor, Pegasus Yayınları'nın bu ara tavan yaptığını söylüyorum, bir çeviri sıkıntısı veya bile bile para kazanma derdinden aynı kitabı iki farklı isimle piyasaya sunduğundan haberimiz var. Bu yüzden daha da önemsemiyorum okuduğu kitabı.
 - Bu yazar adam siz o kitabın arasına kum kaçırın, kapağını deniz tuzu ile marine edin diye yazmamış! Ertesi gün ondan habersiz Kayıp Bir Denizci'yi okuyorum anlatı türündeki, kumlar ile küs vaziyette. Bu okuduğumuz ikinci Gabriel Garcia Marquez eseri. Henüz kalemine pek hakim değiliz, aramız çok iyi değil yani, -merhaba merhaba bir ilişkimiz var. Yazdıklarının üzerine kum kaçırmak gayet fena ayıp!
 Babaannem karşı kıyıya yüzdüğümü öğrenmiş, iktidar düşkünü ihbarcı yan komşu teyzeden. Kızıyor, bir şey olacağımdan endişeli, büyüdüğümüzü göremiyor babaannem. Eli yabalı tanrı ile bir derdimizin olmadığını, aksine beni sevdiğini, koruyacağını söylüyorum. Gene ne diyor bu oğlan bakışı atıyor, ne yemek istediğimi soruyor. Kuzenime on sekiz yaşında olup olmadığımı sormuş geçen sene. Babaanne yanları en iyi terapidir, hele ailenin tek erkek çocuğuysanız. bizim önemsemediğimiz soyadı, onlar için önemli.
...
  Küçüklük arkadaşları birbir eksilmiş zeytin ağaçlarının gölgesinin vurduğu sahilde. Bir elin parmaklarını geçebildiğimiz günün, tükeneceğimiz gün olduğuna karar veriyorum Sezen Aksu'dan telif haklarını almadan. Eskiler albümünü indiriyoruz Balıklıova'nın anılar kütüphanesinden. Eski oyunlar, eski sohbetler, saçma sapan çocukluk aşkları. Tekrar yerine kaldırıyoruz sarışın çocukla albümü. Sarışın çocuk dostumuzdur, kışın görüşememekten hoşnut değiliz ikimiz de. Yaz dostluğuna dönüşmek zorunda kalıyor ilişkiler, bu sene Demirtaş'ın kreşinde fazlasıyla zaman geçirdiğimi belirtiyorum her muhabbette. Gece birlikte arkadaşlık ediyoruz kıyıda dolaşan küçük yengece. Tiyatro konuşuyoruz, kitaplardan konuşuyoruz. Mutlu oluyorum. Bana Taht Oyunları'nı izletme derdinde. Ortak şikayetlerimiz var popüler kültür içinde kendine yer bulmaya çalışan kültürsüz zontalardan.
  -Shakespeare bir başkadır ağbiii...cilerden onun çevresinde de varmış, belki bundandır Shakespeare'e mesafeli davranıyor. Ona bu İngiliz'i sevdirme derdine düşerek; -Machbeth okumasını tavsiye ediyorum, okuduğunu ve onluk olmadığını söylüyor, olabilir, kapatıyoruz bu var ile yok arasındaki İngiliz yazarı.
 Sarışın çocuk Frenkçe hayalimi gerçekleştirme derdinde, Frenkçe öğrenimine devam ediyor Frengistan Kültür'de. Almanca öğretmenliği  okuyan arkadaşla sıkı bir dil muhabbetine giriliyor. -Göster oğlum amcana pipini türünden isteklerle cümleler kurulmasını istiyoruz. Almanca, Fransızca derken benim de bir yıl İtalyanca okuduğum aklıma geliyor. Aklıma bile sonradan gelen bu eylem ile doğru orantılı olarak bir bok konuşamıyorum haliyle. Bir diğer arkadaş içine kapanıyor, tek İngilizce biliyorum lan düşüncesi ile... Bir şey olmaz lan Selin, ben onu da bilmiyorum!
 Yıldızlar gökyüzünü işgal etmiş, yıldızdan yıldız beğenirken kendimize biten ilişkiler konuşuluyor başka bir gün. Balıkçılar ağ atıyor geceleri, balıkların özgürlüklerinden hoşlanmıyor balıkçılar. Yaşanmışlıktan çok yaşanamamışlıkların daha çok acı verebileceğini söylüyorum biranın memleketine eğitim için gidecek dosta, sevgilisinden ayrılmış, anıların olmasının daha kötü olduğunu söylüyor, anısızlığın daha bok olduğunu söyleyerek olayı Siyaset Meydanı'na dönüştürmemeye karar veriyorum. Gözlerinin dolması ile gözyaşları sanki içimize doluyor. Bazen yıldızlar bakar kayıp gidene düşüncesinden hareketle nikotin bulutuna binip, bizi seyreden kayan yıldızın peşine düşüyoruz.
  Doğum günümüzü bir ay geçmiş, bu da demek oluyor ki okullarımız bir ay daha yaklaşmış. O sahte ibneleri görmek istemiyor gözlerim. Sene boyunca şikayet ettiğimiz temel tasarım bizi diğer güzel sanatlar fakültesi bölümleri ile haşır ve neşir ediyordu. Morlu kadın da bir daha hocamız olmayacak, herkesin içinde şaka ile karışık azarlamayacak beni. Üşengeç ikili olarak gezdiğimiz çizer çocuk ile sandalyeler yardımıyla -çarpışan arabavari oyunlar oynayamayacağız. Biraz daha içim sıkılıyor. Bu yıl stüdyodaki güzel kızlar yerine sadece bir ekrana bakmak insanın canını sıkacak duygusu kaplıyor içimi. Kitap tutması gereken ellerin gerektiğinden fazla mouse tutmasına karşıyım, işsiz olacağımız belli. Üstelik temel tasarımda ince parmakları ile cetvel tutan kızlardan yok bölümümüzde! Bir kez daha sevmiyorum bölümümü. Radikal kararlar aldığımızı belirtiyoruz Urla'nın dağlarında çiçekler açar üniversitesinde okuyan sarışın çocukla. Yapılacaklar listesi oluşturmuşum. Birincisi: Kalın çerçeveli gözlük almak. Bu gözlüklerin ağırlıkları, okuduğu kitapların ağırlığından fazla olan insanlar olduğunu düşünmekteyim. Listenin sonu yok, zaten böyle bir liste de yok! Değişmemektir bizim asıl görevimiz. Kitapların insanların fiziksel özelliklerini değiştirmek için yazıldığını düşünmüyorum.
...
  Ramazan ayının en güzel yanı, pidesi. daha da bir güzelliğini görmedim. Ramazan pidesi kuyruğuna giriyorum iftar saatine yakın, elimizde Hoşbeş. Bir amca yaklaşıyor olmayan kuyruğa, bu ve bunun gibi çok amca var Balıklıova'da. Genç nüfusa soykırım yapmış gibiler. Çıkan pideyi ona verme taraftarıyım, o da ilk pideleri bana bırakma taraftarı değil zaten.
   Altın tasmalı bir dede yaklaşıyor, sanıyorum bu altın kolye takan son nesilden. Tişörtümün üzerindeki ahşap gemiye kafayı takmış, modelini soruyor, bilmediğimi belirtiyorum, -Bildiğimiz ahşap gemi, yelkenli falan işte. diyorum gayet gülümseyerek. Bu sefer de tişörtümün üzerindeki "koala" yazısına takılıyor, maydanozengiz dede.
 - Koala ne oluyor?
 - Bir dergiydi efendim.
 - Yok mu artık?
  -Maalesef herbokolog dedeciğim. Kapanmak veya batmak durumunda kaldı.
 -Boş ver oğlum mühim olan insanoğlu batmasın!.. Nasıl bir dergiydi?
 - Bir mizah dergisiydi efendim, sarı sayfalı dergilerden diyeyim, anımsarsınız. Sanıyorum siz Akbaba'nın ilk yıllarını bilirsiniz? Yaşınız ve altın tasmanız öyle gösteriyor da...

 - Akbaba'yı bilmiyorum da Gırgır vardı, Gırgır. Avni vardı Oğuz Aral çizerdi, bizim oğlan alırdı, ben de okurdum, gerçi benim oğlan da eşşşek kadar adam oldu!.. Oğuz Aral'ın kardeşi vardı mesela bir de neydi adı? Bir dakika çıkarıcam şimdi...
- Tekin Aral.
- Heh çok yaşa çocuk. Var mı hala öyle dergiler?
- Var, olmaz mı!
 Benim elli beş kilo verdiğimi siteye duyurma görevini üstlendiğini düşündüğüm Muammer Bey Amca geliyor. Sıradaki herbokolog dedeye ve sessiz sakin sandalyelerinde oturan amcalara selam hitap kelimelerini kullanmadan, bak bu delikanlı altmış kilo verdi! diye giriyor lafa. Elli-elli beş civarında olduğunu söylüyorum. Fakat biraz daha vermem gerektiğini belirtiyorum, hala büyük beden kategorisinde olduğumu söylüyorum, ya da ben öyle düşünüyorum, bilmiyorum. Herbokolog dede:
 - İnsanoğlu böyle nankör işte Muammer! Doyumsuz...
  Bana bir kez daha bakıp vay amınakoyayım bakışı atıyor:
 - Bu dünyada kararlı olacaksın, karar ve istek başarı getirir! diyor. Herbokolog dedenin bir önceki hayatında Kafka olduğuna karar veriyorum, aforizmalarda bulunuyor dede, hatırlamadığım.
 - Alalım şu pideleri de birlikte yürüyelim de anlat nasıl kilo verdin!
  Pideler el yakıyor, dedenin merakı kafa ütülüyor, güneş rakı burcuna giriyor. Sahildeki banklarda yaşlı nüfusu artmaya başlıyor.
  Dedemin ölümü üzerinden dört yıl iki ay geçmiş; yürüyorum ufakken dedemle yürüdüğüm arnavut taşlı yolları, dil aldırma operasyonu yapılması gereken başkasının dedesi ile. İnsan ölenler için duyduğu sevgiyi yaşayanlara aktarmalı diye düşünüyorum...
 ...
 Pazar günü sitenin kurulduğu arazinin sahiplerinin yıllar önce ikamet ettiği, sitenin inşasından sonra da kafe-restoran olarak kullanılan tarihi köşkte biraya ve patatese düşüyoruz baba ile. Ahmet Kaya çalmaya başlayınca bir kahkaha atıyorum, içinden geçip gidiyorum. Neden güldüğümü soruyor, hiç diyorum. Bir bira daha söylüyorum sularına sıkıntımızı attığımız günden beri eskisi kadar mavi olmayan denize karşı.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder