13 Mart 2013 Çarşamba

Üzerine Bol Heves Kondurdum Tiyatromun


 Bazen diyorum, bazen sadece bir parça mutluluk satın alabileceğimiz yerler açsam, yılın değil, yüzyılın girişimcisi olabilirim. Ki baktığımızda böyle yerler yüzyıllar önce açılmış, bazıları daha yakın tarihlerde. Sonra da benim girişimcilik hayallerim sığ denize düşüyor, derine de inemeyen hayal sudan bana bakıyor ve fakat çıkaramıyorum. Bir el atsam... El atmaya cesaret edebilsem... Denize bakıyorum.
 İşte böyle bir sevda ile kuruyorum kafamdaki tiyatro grubunu her gece. Biz de mutluluk satacağız insanlara. Üstelik bu mutluluk çevredekilerden çok farklı da olabilir, tamamen amatör tiyatrosu olacak, birlikte öğrenip, birlikte yanlışlarımızı düzeltmek yerine yeni yanlışlar ekleyeceğiz. Bizim farkımız bu olacak. Yanlış yapmadan nereye kuruyorum tiyatroyu ben?
 İki kalas bir heves... Bizde ki daha çok heves ağırlıklı. Kalasımız yok. Her gece bir oyun düşünüyorum. Türk tiyatrosundan önemli yazarların bildiğim eserlerini yazan-bozan ilişkisi ile yeniden yorumluyorum. Metine hiç karışmadan, kafamda şu şöyle olmalı, bunu daha da nasıl basitleştirebiliriz diye kafa yoruyorum. Düş. Hayali bile biraz zor olduğundan çok vakit alıyor, bakıyorsun gün ağarıyor, bol kitaplı çantayı takıyorum omzuma, apartmandan çıkarken her gün değişik bir hava durumu sunan sürprizsever İzmir atmosferine karışıyorum, otobüs beklemeye koyuluyorum. Sonra da fark ediyor insan; zaman. Yirmi dört saat bazen yetmiyor. Hayaller için ulu manitudan uzatma dakikaları istenebilir, o bunu nasıl karşılar şuan pek düşünemiyorum.
 Oyunlar oynanıyor kafamda, oyuncusuz. Siz de durumu idrak edebilirsiniz ki hiç oyunculu tiyatro görmedim ben. Oyunculuktan izlediğinden başka zerre anlamayan bir adamın tiyatrosunun olduğunu da. Elbette tarihte böyle boş girişimler olmuştur ve fakat biz o tarihi incelemeyi hiç istemiyoruz. Ümidimizi kıracak bir dalga istemiyoruz hiç dalgasız düşümüzde.
 Derken yeni yönetmeliğe göre amatör tiyatroların oynamak istediği oyunlar için telif ücreti ödemesi gerektiği aklıma geliyor. Hiç oyunculu, kalassız tiyatrom için hevesim kaçıyor. Bir hikaye okuyorum, keyifleniyorum. Yazasım geliyor. Sabah okul olduğunu aklıma getiriyorum, yazasım kaçıyor. Yeni yönetmeliğe takılıyor tiyatrom.
 Tiyatroyu daha fazla öğrenmeliyim düşüncesiyle okuyorum yeni yönetmelik sorununun çözümüne kadar. Konservatuarda okuyamayan biri olarak kitaplardan yardım almaya çalışıyorum. Bu konuda Bertolt Brecht, Haldun Taner, Ferhan Şensoy, Civan Canova yardımcı olmaya çalışıyor, fakat metinlerden ziyade daha teknik şeyler okumalıyım. Yazarların yanı sıra bir profesyonelden yardım almam gerek. Denizdeki düşüm hareketleniyor.
   Türk tiyatrosunun ve Yeşilçam'ın yaşayan en büyük oyuncusu Münir Özkul'un sözleri kulağımda yankılanıyor:
 "Yaşam dediğin nedir ki, biraz iniş, biraz çıkış ve koskoca bir heves."
 Denize bakmayı sürdürüyorum, iskele üzerine dizlerimin üzerine çöküyorum, düşüme iskele üzerinden uzanmayı deneyeceğim, uzun koluma rağmen zorlanıyorum. Bahar mevsiminde karpuz kabuğunu denize düşürmenin tehlikesini yaşıyorum birkaç sefer. Sonunda erişiyorum düşüme, üstelik sadece sağ kolumu ve biraz da üzerimi tuzlu suya karıştırıyorum. Tiyatro girişimimin içinde zulalandığı düşümü alıp, deniz kenarındaki balıkçının yanına gidiyorum. Oltasını uzatmasını rica ediyorum, adam sorgusuz-sualsiz veriyor elindeki uzun oltayı. Çekiyorum. Ucuna bir balık takılmış, adam görüyor, seviniyor, elimin şanslı geldiğini belirtiyor. Tamamen balığın salaklığına veriyorum durumu, şanssız bir insan olduğumu söylüyorum. Çırpınan balığı elimle tutamıyorum, taburesinden kalkıp oltaya yöneliyor, plastik bir kovanın içindeki yapay havuzda yüzen solunması güçleşen balıkların içine atıyor çıkardığı balığı. Onlara denizden haber getiriyordu balık, balıklar oralı olmadı, tek dertleri solumak, biraz daha yaşamak.
 Olta ucu boşalıyor, yeni yem takmamızın gerekliğinden söz açıyor balıkçı.
 -Gerek yok. diyerek şaşırtıyorum onu. Adam ne tür bir adama çattık diye kaşlarını çatıyor. Oltanın ucuna kenarda kurumuş düşümü elimle buruşturuyorum, top haline çeviriyorum, iğneye takıyorum. Adam dikkatli dikkatli beni izliyor. İskelenin ucuna yürüyorum tekrardan, maksat daha ileri göndermek oltayı. Biraz daha derin yerlerdeki daha büyük balıklarla buluşturmak düşümü. Sallıyorum tüm gücümle oltayı, oltanın misinasının ufak ufak hareket etmesini bekliyorum. Hareketi hissettiğimde olta hafifleşiyor, seviniyorum. Birden fazla balık olabilir düşümü çekiştiren, sonunda başarılı oluyorlar, daha derin sulara götürüyorlar düşümü, girişimcilik düşümün içindeki tiyatromu, tiyatromun içindeki kalassız hevesimi... Gün gelir, bulurum götürdüğü yerlerde ki parçamı.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder