23 Mart 2014 Pazar

savrulan kelimeler


yazarlar da yanılabilir.
aptal kutusunda yeni haberler, stv, 24'ü bozguna uğratırmışçasına haber yapıyor, radyodan a haber stv'ye cevap veriyor. durumlar karışık. bardaktaki sıvıya su ekleyerek beyazlaştırıyorum, bir nevi sihirbazlık yaptığım. yapabildiğim tek sihir bu. bu yüzden çok seviyorum bu sıvıyı.
gazetelerdeki yandaş parasever yazarımsılar, topluluksever dinbaz yazarımtraklara karşı iktidarı savunmaya çalışmakta, halk bu karşılaşmayı acaba kim yenecek diye izlemekte?
-alo fatih!
ses kayıtları internette seyahat ediyor, kimin başını yakacağına, kimin umrunda olup-olmayacağına pek özen göstermeden, bu internet varsa eğer benim gezmem lazım diye düşünüyor ses kayıtları, iktidar bu ses yığının düşünmesine bozuluyor, internetin ırzına geçmekte kararlı adımlar atıyor. bira söylüyorum düz saçlı güleç, arkadaşım tarafından doksandörtlü olarak nitelenen garson kıza. kız arada bakıyor, bakılana bakmamak büyük günah diye bir şeyler saçmalıyorum. biranın sarısı ne kadar da van gogh sarısı lan meçe!
burak aksak - her kaybedişte yeniden başlarsın, daha da güçlenerek başlarsın, ve daha da hızlanarak dibe batarsın, en dibe batarsın," diye yazmış bu kez pek beceremediği senaryoda. çok doğru söylemiş. söylememiş de olabilir, orasını bilmiyorum. yalnız kaybedişlerin en büyük kazancı yeniliklere yelken açmaktır. bu yelken çoğu zaman hiç rüzgarlı havada havada, durgunluğu ile bir çarşaf izlenimi sunan denizlerde açılır. ilerleme yoktur, amaç sadece değişiklik yaratmaktır, bulunduğun konumu değiştireceğini düşünürsün, yanılırsın. en büyük kaybediş beklemektir. eğer bir şair olsaydım bunu allar-pullar şöyle yazardım: -beklemek gövde gösterisidir zamanın. o iri yarı, tomris sever süreya böyle yapmış.
ben bir şair keşfettim mi, gelir misin bilmiyorum. fakat bu ara o kadar çok şiirle yaşıyorum ki. şiirlerdeki her kelimenin matematiksel bir uyumu olduğunu düşünüyorum. her kelime diğer bir kelimenin sağlaması gibi. göktengri inancı olmayanlar iyi şiir yazamaz diyor bir sohbette gözleri istanbul bakan kız. birden gözümün önüne bir stadyum önünde allahsız şairlerin resmi geçit yaptığı canlanıyor, gülümsüyorum.
şiir seven insanın dünya ile derdi büyüktür, şiir sevmeyen insanın da edebiyatla ve o dünyayla derdi büyüktür.
on yedi aralık davasında tahliyeler, o güzel adamları, güzel güzel savcılar kutularla kaçırdı medyadan, hukuktan.
ay bulutların arkasına saklanıyor, sokak lambalarından biri şuursuzca açılıp kapanıyor, sokaklar boşalıyor. bir çift gürültülü bir şekilde birbirlerine birşeyler anlatma derdine düşmüş, otobüsü hususi aracı gibi kullanan şoföre bakıldığında saati günün son seferi olarak belirliyorum.
karşındakini kendi sözcüklerinle üzemeyeceğini bildiğinden dışarıdan sözcük kiralarsın, üzmek için değil, gerçekleri farkettirmek için. insanları üzmek yerine üzülen insanları kendine getirmek gibi bir görev vermiş zeus, bir ona karşı gelemiyorum, bir de su gözlü kıza.
nedensiz bir şekilde üzdüğümü hissediyorum, üzülen aslında benken. insanlar neden karşısındaki ile duygularını paylaşmaz?
popüler olan herşeye karşıyız. büyük sözler söyleyen çağdaş türk edebiyatı'na mensup yazarların çoğunu sevemedim, bu yüzden hakan günday okumadım mesela hiç. popülaritesi yüksek filmler de ilgimi hiç çekmedi. kaybedenler kulübü bu yargının dışarısında, üzerine alınmadan sigarasını tüttürmekte.
-bizi seveni, biz de sevelim diyor mete avunduk görünümlü yiğit özşener.
-senlik hayat. demişti ufacık ve konuşkan elli, en büyük hayalimin kitaplar basmak olduğunu bilen kız. ona kendimi çok anlatmadım, o anlattı ben dinledim, fakat o beni biliyordu zaten, özlem duygusu en çok bu yüzden zaten. sesini bile özlediğini farkettiğin insanlar yanında olmalı ya da telefonun öbür ucunda. özledim.
memlekette her şey siyaha gidiyor. bizde durum zaten  siyah. alkol ile karıştırmayınız yazıyor salak mavi-gri kutuda, kimse oralı olmuyor, karıştırıyoruz, her şey siyaha giderken. sarı ile derdimiz büyük.
yazarlar da yanılır. ütopyaların güzel olduğunu bas bas bağırdı şensoy ferhangi şeyler'de zamanında. aşık mahsuni öldüğünde fark etmiş olacak ki çıkardı oyundan eserini şensoy, ütopyalar güzel falan değil, içsıkandı. içsıkıntısı delirtir, lanetler.
-yalnızlık tanrının en büyük lanetidir.
-yalnızlık lanet olarak algılanmayacak kadar özeldir.
bir gün önce o evde kahkaha atarken, diğer bir gün ağlayabiliyoruz. üstelik birimiz hiç ağlayamıyor, ağlamayı bile beceremiyor. kötü hissediyorum, meğer ağlamak da bir garip işmiş bunca iş arasında. sabaha kadar içiyorum.
-alkol almadan sinirli oluyorsun, şurada oturalım da birşeyler iç.- cümlesi biraz can sıkabilir, diğer bir dostta bunu onaylayınca, donanmalarım ateşe verildi limanda, tüm şehirlerimde topraklar kaydı. okulun ikinci dönemi alkolü bırakma sergüzeştine sığınıp fil gibi içmeye devam kararı aldım.
-başımın çaresine bakarım.
-bakamıyosun. samimiyetinde birini hayatında istiyorsun. o treni de kaçırmışız gibi duruyor.
bazen  en büyük kaybediş -arkadaşım ol-dur. belki de en büyük kazanç... umrunda olur mu bilmiyorum ama yazdıklarımda yaşayacak o çokça sahte gülümseme içindeki az gülen, o kız.
yazarlar da yanılır.
emrah serbes barış bıçakçı'nın en iyi kitabının aramızdaki en kısa mesafe olduğunu söylüyor, o da yanılabilir, bıçakçı'nın en iyi kitabı bizim büyük çaresizliğimiz.
okulun açılacak olma fikri yayılıyor takvimden dört bir yana. abanıyorum rakıya, sanki ben rakı kadehlerini doldurdukça günler geçmeyi bırakacak gibi hissediyorum. rakının insana verdiği sihirbazlık hissi bu sefer boş çıkıyor. okulu sevmeme nedenimiz ayyuka çıkmış. ayyuku sadece yıldızlardan yıldız beğenirken
 hatırlayıp, kafamı kaldırıyorum. bir de shakespeare okurken...
"sen aydınlatırsın akşamı, yıldızlar parlamadığında"
 kadınlar hep olmadık zamanlarda gitmeyi severler, diyor mahir ünsal eriş.
yazarlar yanılmaya da biliyormuş.
gözleri istanbul bakan ağlamayı beceremeyen kıza bakmamak lazım; beni yalnız bırakan tanrıya daha fazla yalvartma beni. gel artık, yalnızlığı sevmiyorum.
-saçmalama, tabii ki de alkoliksin.

illustrasyon: fresk

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder