(Bu yazı 19 Kasım 2016'da Pasör Çaprazı'nda yayımlanmış, blog için genişletilmiştir.)
Pasör Çaprazı, okumalık radyo istasyonu olarak çalışsa da bazı zamanlar bizim için önemli haberleri, söyleşileri paylaşıyoruz.
Cumartesi gününü evde geçirmek isteyenlere, keyifli bir söyleşi bırakıyoruz. Söyleşinin altına da uzunca bir not.
Bizim dostlarımızla oluşturduğumuz bir haberleşme kanalı var. Bu kanalın ismine de "İzlenmelikler" koyduk. Buraya zaman zaman çeşitli içerikleri sürüyoruz, fırsatını bulan izliyor, o an uygun olmayan vakti oluna; o reklam filmini, filmi izliyor. Üzerine konuşabilirsek konuşuyoruz, konuşamasak da ileri bir tarihe erteliyoruz, ertelemelerimiz ayyuka çıktığı vakit hangisini, ne ara konuşacağımızı bilemez oluyoruz, konudan konuya zıplıyoruz, konular arasına bol bol kahkaha serpiştiriyoruz, bu hep böyle sürüp gidiyor.
Günün anasonlu veya arpalı vakitlerinde ise aslında var olan; gözümüzden kaçan şarkıları keşfettiğimiz vakit oraya sürüyoruz, bu şarkılar günün herhangi bir zamanında bir şekilde hayatımıza giriyor. Bu "İzlenmelikler" bir paylaşım ağından ziyade bir yardımlaşma ağı olarak hizmet verdiğine inanıyoruz. Yardımlaşma şöyle; üçlü arkadaş topluluğu olarak diğerleri gibi bir takım ortak özelliklere sahibimiz; kariyer planlaması da önem sırasında en başı oynuyor. Bu yüzden sürekli izliyoruz, izlemeye çalışıyoruz. İzlediklerimizden ders çıkarmaya çalışıyoruz; birbirimize 'göz' aşılamaya çalışıyoruz.
Bu yardımlaşmayı bu sefer burada gerçekleştirelim istedik. Okulumuzun uygulama ajansı haricinde bir işimiz olmadığından; keşfedecek çok zamanımız oluyor, internetin belki de en önemli özelliği, size uygun olan içeriği zahmetsiz önüne getirişi. Söyleşi programları bizim ilgimizi oldukça çekmekte. Herhangi bir konu hakkında o konunun ustasının konuşmalarını dinlemek bizi kendimizi geliştirmek istediğimiz alanda bir kamçılama etkisi yaratıyor. Bu yüzden biyografik veya otobiyografik eserler kütüphanemizde yer alır. Bugün alanında önemli insanların kulağını çınlatacağız.
Murat Daltaban'ı birçoğumuz değil; neredeyse hepimiz oynadığı televizyon dizilerinden biliyoruz. Tiyatro ile kendi imkanımız dahilinde haşır neşir olduğumuzdan; kendisinin DOT kurucusu olduğunu biliyorduk. Ve DOT Türkiye'de yerleşmiş belli başlı tiyatro gruplarından sıyrılarak, alternatif tiyatro akımının en önemli temsilcilerinden olmayı başarmış bir tiyatro grubu. DOT, tiyatronun fiziksel ve görsel gücüne fazlasıyla inanmış bir grup olarak; oyunlarının afişlerine de gereken önemi fazlasıyla veriyor. Çalışmalarını bir aşka bakar gibi takip ettiğimiz bir Grafik Sanatçısı Haluk Tuncay'ın Sarı Ay isimli oyuna bir afiş hazırlamıştı, hala aklımızdadır. Sırf bu afişin etkisiyle o oyunu çok izlemek istemiştim, olmadı.
Geçtiğimiz dönem, Çok Sayın Örnek Alınanlar Listesinde Başlarda Yer Alan Hocam'ın konuğu İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Kültür Yönetimi programında akademisyen olarak çalışan bir hocaydı. Sunumunun bir bölümünde, sanat yatırımlarından bahsetti. İlave olarak kalkıp uzunca bir süre konuşmuş, yine insanları bezme noktasına getirmiştik. Böyle alternatif sahnelerin ayakta kalabilmesi için; oyuncuların illaki televizyon yapımlarında boy göstermek zorunda olduğundan bahsettik. Çünkü, bir tiyatro kumpanyası oynadığı geceler, tek bir koltuk boş kalmayacak şekilde, içeriyi tıklım tıklım doldursa bile o tiyatro mali bir zorluğu yaşayacaktır diye de ekledik. Bu durum beraberinde getirdiği; televizyon, tiyatroyu olumsuz mu etkiliyor tartışmalarına yol açıyor. Bu düşünceyi biraz daha ileriye götüren tiyatro eleştirmenleri, bu durum tiyatroları maddi anlamda rahatlasa da içinin boşaltılmasını sağlıyor. İnsanlar tiyatroya televizyonda izledikleri oyuncuları görmek için geliyor deniyor.
Daltaban, yeniliğe çok açık olduğu için midir bilmiyoruz; medyascope.tv'de yayın yapmaya başlamış. Biz yeni rastladık bu güzel içeriğe. Medyascope'un en önemli silahı sloganlarında belirttikleri gibi "çünkü özgür" olması. En azından şimdilik o platform özgür. Bu içerikte bir yayını kanallarda yapsa Daltaban izlenmezdi. Ha şimdi de Periscope'ta yayın yapılırken izlenme sayısı nasıl bilmiyoruz, fakat şunu biliyoruz ki reytingler bahane gösterilerek kaldırılacak bir program değil.
Şeyler ve Şeytanlar ismini verdiği programa Türkiye Tiyatrosu'nun yaşayan en büyük ustalarından Genco Erkal konuk olmuş, Art arda anıları sıraladı, gündemden konuştu. Program her yönüyle mükemmeldi, bir on iki saat daha sürse, on iki saat izlerdik.
Genco Erkal ile tanışmamız bir hayli geç. Sivas '93 oyunu ile ilk defa izledik Erkal'ı. İlerleyen yaşına rağmen; yaka mikrofonu kullanmıyor, sahne sanatları bölümünden yeni mezun olmuş bir genç gibi istekli bir oyun ortaya koyuyordu. Bir talihsizlik sonucu düştü sahnede, yanlış hatırlamıyorsam biraz da kaşı açılmıştı. Fakat hiç bozuntuya vermeden devam etti oyununa Genco Erkal.
Hazırlığının direktörlüğünü Uğurcan Ataoğlu'nun yaptığı afişi, Sabancı Kültür Merkezi'nin girişinden söküp çantamıza katma gibi bir hedefimiz varken; biri bizden önce davranmıştı. Öyle etkileyici bir oyundu, her yönüyle. Daha sonra çok uzun süre izleme fırsatı yakalayamadık Erkal'ı Ben Bertolt Brecht'e kadar. Bertolt Brecht ile tanışmamızı sağlayan isim bir diğer Türkiye Tiyatrosu büyüğü Ferhan Şensoy'du. Üniversitenin hazırlık senesinde, İngilizce'den çok Türkçe ile zamanımı geçiriyordum. Sıkıntılı bir süreçte, sevmediğin okulda, kitaplara sarılmıştım. Hayatımda en çok kitap okuduğum dönemdir hazırlık senesi. Brecht'in iletişim'den çıkan Beş Paralık Roman'ını okumuştum. Romanın yazıldığı dönem ile şimdiki arasında hiçbir fark yok, sadece zaman-mekan ve kişiler farklıydı. Brecht, kitapta, yozlaşmışlığı, yoksulluğu ve toplumu şiddete sevk eden her öğeyi sorguluyordu. Geleceği görebilen bir adam olduğunu anlıyordunuz Brecht'in. Eniştemin kütüphanesinden arakladığım; Halkın Ekmeği de Brecht'in o epik anlatmını, devrimci ruhunu nasıl dizeleştirdiğini gösteriyordu. Epik tiyatroyu ve Brecht'in sık sık başvurduğu kabare tiyatrosunu öğrenmek için; okulun kütüphanesinden bir kitap almıştım, birinci sınıftı, zor zamanlardı. Zor zamanlardı çünkü; temel tasarım ile sıkıntılarım vardı, soyut düşünemiyordum, hocaların verdiği İngiliztanca dersleri anlamakta güçlük çekiyordum. Çok Sayın Örnek Alınanlar Listesinde Başlarda Yer Alan Hocam ile zaman zaman tiyatro konuşuyor, o da benim Sayın Mor Hoca ile görüşmemi söylüyordu. Sanki 12 Eylül sürecindeymişçesine; sürekli yasaklı kitaplar bulunduruyormuşum gibi kitaplarımı hep çantamda saklarım. Birincisi kitaba bir zarar gelmesini asla istemem, ikincisi ise okumayı insanlar hava atılacak bir fiilmiş gibi görmeye başlamıştı. Üniversiteydi, ve birilerinin sanatı kullanarak hatun düşürme derdi vardı, çünkü çük sanattan daha önemliydi orada. Arkadaşım Epik Tiyatro kitabını görünce, incelemiş, masanın üzerine koymuştu, ben de kapıdan içeri girdim, çok sevdiğim morlu kadın kitabı incelemeye başlamış, uzaktan gördüm, masama geçerken herkese bakarak:
"Kim okuyor bunu?" diye sordu. Sürekli projelerimi parçaladığından kendisinden de çekinerek "Ben..." diyebilmiştim sadece. Candan bir ses tonu ile "Aferin!" dedi, bir daha da birinci sınıfın sonuna kadar bir aferin duymamıştım zaten o derste. O kitabı okudum, Brecht'in günlüklerini okudum; Brecht'i biraz daha anladım sanarak İstanbul'a Şensoy'un Brechtiyen bir tutumla yazdığı Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği'ni izlemeye yola koyuldum. Beğenmemiştik. Ortaoyuncular'In DVD'lerinden izlediğimiz Brecht uyarlaması "Üç Kurşunluk Opera" daki mükemmelliğin onda biri yoktu oyunda. Bir Ferhan Şensoy hayranı olarak; bu duruma çok takılmadık, her oyunun tam olgunlaşacağını düşünmek zaten çok saçmaydı. Uzunca bir süre bir daha Brecht etkisinde bir oyun izlemedik; Genco Erkal'ın Ben Bertolt Brecht'ine kadar. Genco Erkal'ın Tülay Günal ile birlikte uyumu göz dolduruyordu. Oyun şarkıları bir kabarede tiyatrosunda olabilecek kadar sade ve etkileyiciydi.
Asıl vurucu oyun; Bir Delinin Hatıra Defteri idi. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda yok satan performansı ile Erdal Beşikçioğlu çok fazla övgü alıyor, izleyen herkes büyüleniyordu. Bizim hayatımızda Ankara'dan çok, Ankara'da yaşayanlar olduğundan o oyunu izleyememiştik. Erdal Beşikçioğlu sanıyorum bir söyleşisinde Genco Erkal'dan oyunu izlediğini belirtmişti, biz de hep merak ediyorduk Usta bu oyunu nasıl oynuyordu diye. Usta bir gün tivit attı, oyunun ilk sergilenmesi üzerinden elli yıl geçmiş, bunun şerefine tekrar Poprişçin olacaktı Genco Erkal. Bu habere oldukça heyecanlandık, yerimizde duramadık. Bir kez daha okuduk Bir Delinin Hatıra Defteri'ni.
Dostlar Tiyatrosu, İzmir'e turneye çıkacak haberini okur okumaz yazıldık biletlere! Muhteşem bir performans izlemiştik, yaşı ilk izlediğimizden beri altı-yedi yıl geçmesine rağmen daha da gençleşmişti. Bütün seyirci, Usta'yı o gün on dakika ayakta alkışladı. Bir seyirciyi bile duygulandıran bu alkış töreninde Genco Erkal'ın ne hissettiğini az da olsa tahmin edebilir her tiyatro sever.
Genco Erkal bu programın başında aslında bizlere sanatçılığı özetledi: "İyi olmak zorundayız, herkes bizden iyi olmamızı bekliyor ki onlara biraz umut verelim..."
Cumartesi gününüzden ve bu programdan daha fazla çalmak istemiyoruz, programın devamını da sizlere bırakıyoruz. Genco Erkal'ı bilmek gerekiyor, halen hayattayken izlemek şart! Kendisinin bir otobiyografisini okumak çok etkileyici olabilirdi, kendi söyleşisinden anladığımız şu ki; tiyatro öyle sert bir patron, bir türlü izin alamadığın. Bir türlü izin alıp, kendi hayatını üçüncü sınıf hamur kağıtlara basmaya zamanın olmuyor. Ferhan Usta da bunu şöyle belirtmişti yayımlanmamış gecedestede:
işim arasına sıkışan yaşam
tiyatro bir deli attır
at üstündeyim
hep yarıştayım
bir gün attan düşersin
the end
bu böyle bir maratondur
çok molalar veremezsin
Geçtiğimiz dönem, Çok Sayın Örnek Alınanlar Listesinde Başlarda Yer Alan Hocam'ın konuğu İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Kültür Yönetimi programında akademisyen olarak çalışan bir hocaydı. Sunumunun bir bölümünde, sanat yatırımlarından bahsetti. İlave olarak kalkıp uzunca bir süre konuşmuş, yine insanları bezme noktasına getirmiştik. Böyle alternatif sahnelerin ayakta kalabilmesi için; oyuncuların illaki televizyon yapımlarında boy göstermek zorunda olduğundan bahsettik. Çünkü, bir tiyatro kumpanyası oynadığı geceler, tek bir koltuk boş kalmayacak şekilde, içeriyi tıklım tıklım doldursa bile o tiyatro mali bir zorluğu yaşayacaktır diye de ekledik. Bu durum beraberinde getirdiği; televizyon, tiyatroyu olumsuz mu etkiliyor tartışmalarına yol açıyor. Bu düşünceyi biraz daha ileriye götüren tiyatro eleştirmenleri, bu durum tiyatroları maddi anlamda rahatlasa da içinin boşaltılmasını sağlıyor. İnsanlar tiyatroya televizyonda izledikleri oyuncuları görmek için geliyor deniyor.
Daltaban, yeniliğe çok açık olduğu için midir bilmiyoruz; medyascope.tv'de yayın yapmaya başlamış. Biz yeni rastladık bu güzel içeriğe. Medyascope'un en önemli silahı sloganlarında belirttikleri gibi "çünkü özgür" olması. En azından şimdilik o platform özgür. Bu içerikte bir yayını kanallarda yapsa Daltaban izlenmezdi. Ha şimdi de Periscope'ta yayın yapılırken izlenme sayısı nasıl bilmiyoruz, fakat şunu biliyoruz ki reytingler bahane gösterilerek kaldırılacak bir program değil.
Şeyler ve Şeytanlar ismini verdiği programa Türkiye Tiyatrosu'nun yaşayan en büyük ustalarından Genco Erkal konuk olmuş, Art arda anıları sıraladı, gündemden konuştu. Program her yönüyle mükemmeldi, bir on iki saat daha sürse, on iki saat izlerdik.
Genco Erkal ile tanışmamız bir hayli geç. Sivas '93 oyunu ile ilk defa izledik Erkal'ı. İlerleyen yaşına rağmen; yaka mikrofonu kullanmıyor, sahne sanatları bölümünden yeni mezun olmuş bir genç gibi istekli bir oyun ortaya koyuyordu. Bir talihsizlik sonucu düştü sahnede, yanlış hatırlamıyorsam biraz da kaşı açılmıştı. Fakat hiç bozuntuya vermeden devam etti oyununa Genco Erkal.
Hazırlığının direktörlüğünü Uğurcan Ataoğlu'nun yaptığı afişi, Sabancı Kültür Merkezi'nin girişinden söküp çantamıza katma gibi bir hedefimiz varken; biri bizden önce davranmıştı. Öyle etkileyici bir oyundu, her yönüyle. Daha sonra çok uzun süre izleme fırsatı yakalayamadık Erkal'ı Ben Bertolt Brecht'e kadar. Bertolt Brecht ile tanışmamızı sağlayan isim bir diğer Türkiye Tiyatrosu büyüğü Ferhan Şensoy'du. Üniversitenin hazırlık senesinde, İngilizce'den çok Türkçe ile zamanımı geçiriyordum. Sıkıntılı bir süreçte, sevmediğin okulda, kitaplara sarılmıştım. Hayatımda en çok kitap okuduğum dönemdir hazırlık senesi. Brecht'in iletişim'den çıkan Beş Paralık Roman'ını okumuştum. Romanın yazıldığı dönem ile şimdiki arasında hiçbir fark yok, sadece zaman-mekan ve kişiler farklıydı. Brecht, kitapta, yozlaşmışlığı, yoksulluğu ve toplumu şiddete sevk eden her öğeyi sorguluyordu. Geleceği görebilen bir adam olduğunu anlıyordunuz Brecht'in. Eniştemin kütüphanesinden arakladığım; Halkın Ekmeği de Brecht'in o epik anlatmını, devrimci ruhunu nasıl dizeleştirdiğini gösteriyordu. Epik tiyatroyu ve Brecht'in sık sık başvurduğu kabare tiyatrosunu öğrenmek için; okulun kütüphanesinden bir kitap almıştım, birinci sınıftı, zor zamanlardı. Zor zamanlardı çünkü; temel tasarım ile sıkıntılarım vardı, soyut düşünemiyordum, hocaların verdiği İngiliztanca dersleri anlamakta güçlük çekiyordum. Çok Sayın Örnek Alınanlar Listesinde Başlarda Yer Alan Hocam ile zaman zaman tiyatro konuşuyor, o da benim Sayın Mor Hoca ile görüşmemi söylüyordu. Sanki 12 Eylül sürecindeymişçesine; sürekli yasaklı kitaplar bulunduruyormuşum gibi kitaplarımı hep çantamda saklarım. Birincisi kitaba bir zarar gelmesini asla istemem, ikincisi ise okumayı insanlar hava atılacak bir fiilmiş gibi görmeye başlamıştı. Üniversiteydi, ve birilerinin sanatı kullanarak hatun düşürme derdi vardı, çünkü çük sanattan daha önemliydi orada. Arkadaşım Epik Tiyatro kitabını görünce, incelemiş, masanın üzerine koymuştu, ben de kapıdan içeri girdim, çok sevdiğim morlu kadın kitabı incelemeye başlamış, uzaktan gördüm, masama geçerken herkese bakarak:
"Kim okuyor bunu?" diye sordu. Sürekli projelerimi parçaladığından kendisinden de çekinerek "Ben..." diyebilmiştim sadece. Candan bir ses tonu ile "Aferin!" dedi, bir daha da birinci sınıfın sonuna kadar bir aferin duymamıştım zaten o derste. O kitabı okudum, Brecht'in günlüklerini okudum; Brecht'i biraz daha anladım sanarak İstanbul'a Şensoy'un Brechtiyen bir tutumla yazdığı Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği'ni izlemeye yola koyuldum. Beğenmemiştik. Ortaoyuncular'In DVD'lerinden izlediğimiz Brecht uyarlaması "Üç Kurşunluk Opera" daki mükemmelliğin onda biri yoktu oyunda. Bir Ferhan Şensoy hayranı olarak; bu duruma çok takılmadık, her oyunun tam olgunlaşacağını düşünmek zaten çok saçmaydı. Uzunca bir süre bir daha Brecht etkisinde bir oyun izlemedik; Genco Erkal'ın Ben Bertolt Brecht'ine kadar. Genco Erkal'ın Tülay Günal ile birlikte uyumu göz dolduruyordu. Oyun şarkıları bir kabarede tiyatrosunda olabilecek kadar sade ve etkileyiciydi.
Asıl vurucu oyun; Bir Delinin Hatıra Defteri idi. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda yok satan performansı ile Erdal Beşikçioğlu çok fazla övgü alıyor, izleyen herkes büyüleniyordu. Bizim hayatımızda Ankara'dan çok, Ankara'da yaşayanlar olduğundan o oyunu izleyememiştik. Erdal Beşikçioğlu sanıyorum bir söyleşisinde Genco Erkal'dan oyunu izlediğini belirtmişti, biz de hep merak ediyorduk Usta bu oyunu nasıl oynuyordu diye. Usta bir gün tivit attı, oyunun ilk sergilenmesi üzerinden elli yıl geçmiş, bunun şerefine tekrar Poprişçin olacaktı Genco Erkal. Bu habere oldukça heyecanlandık, yerimizde duramadık. Bir kez daha okuduk Bir Delinin Hatıra Defteri'ni.
Dostlar Tiyatrosu, İzmir'e turneye çıkacak haberini okur okumaz yazıldık biletlere! Muhteşem bir performans izlemiştik, yaşı ilk izlediğimizden beri altı-yedi yıl geçmesine rağmen daha da gençleşmişti. Bütün seyirci, Usta'yı o gün on dakika ayakta alkışladı. Bir seyirciyi bile duygulandıran bu alkış töreninde Genco Erkal'ın ne hissettiğini az da olsa tahmin edebilir her tiyatro sever.
Genco Erkal bu programın başında aslında bizlere sanatçılığı özetledi: "İyi olmak zorundayız, herkes bizden iyi olmamızı bekliyor ki onlara biraz umut verelim..."
Cumartesi gününüzden ve bu programdan daha fazla çalmak istemiyoruz, programın devamını da sizlere bırakıyoruz. Genco Erkal'ı bilmek gerekiyor, halen hayattayken izlemek şart! Kendisinin bir otobiyografisini okumak çok etkileyici olabilirdi, kendi söyleşisinden anladığımız şu ki; tiyatro öyle sert bir patron, bir türlü izin alamadığın. Bir türlü izin alıp, kendi hayatını üçüncü sınıf hamur kağıtlara basmaya zamanın olmuyor. Ferhan Usta da bunu şöyle belirtmişti yayımlanmamış gecedestede:
işim arasına sıkışan yaşam
tiyatro bir deli attır
at üstündeyim
hep yarıştayım
bir gün attan düşersin
the end
bu böyle bir maratondur
çok molalar veremezsin
-Ulan Güney, yine malumatfuruşluk yapıyorsun!