- Bilmiyordum ağbi, ne anlatmaya çalışmış, bir de kim bu Yahya Kemal?
- Boşver, ben de bilmiyorum. diyerek birasından uzunca bir yudum aldı. Biranın ona batmayan fakat rahatsız eden marka bilgilerinin yer aldığı kağıdı yırttı, yuvarlamaya başladı,
- Öyle olsun, içmeyi bıraksan mı artık? diye tedirgin bir soru yöneltti olmayan adam, kumsalın betondan dökülmüş siyah beyaz oturma yerlerine çarparak adama ulaştı.
- Neden?
- ...
- Şiirler vardır şarkı yazdırır, şarkılar vardır şiir yazdırır, şiirler ve şarkılar vardır; öykü yazdırır. Ezginin Günlüğü dinleyicilerine öykü yazdırmanın inceliklerini öğretiyor mesela, ince ince dokuyarak.
Yıllar içinde birkaç kez değişmiş solisti Ezginin Günlüğü'nün. Fikir babası hala içinde barınıyor; söz yazarlığını, çalgıcılığını yapmakta Nadir Göktürk.
- Nereden çıktı ağbi?
- Duymuyor musun Ezginin Günlüğü notalarını taşıyor rüzgar ile işbirlikçi dalgalar; Sanıyorum şuan Hakan Yılmaz Aykız'ı söylüyor; Azeri parçası. Ahmet Kaya da söylemiş zamanında.
Çocuklar geçiyor sahilin üzerindeki kaçak kaleleri, yapıları eze eze. Gülüşüyorlar ,yapıların mimarlarının annelerinin sıcakta beynin pişti, baskılarını duymayarak amaçsızca şehirleşme çabalarını hiçe sayarak. Terliğinin kum dolmasından şikayetçi olan belediye tarafından görevlendirilmeyen yıkım ekiplerinin başı terliğini çıkardığı an, ekipten diğer çocuk kapıyor terliği, fırlatıyor denize terliği
- Sana o dondurmayı yere atma demiştim, ödeştik, banane! diyerek koşuyor.
- Orospu çocuğu! diye bağırdı arkasından ama orospu çocuğu oralı olmadı.
- Bunlar biraz daha büyüyünce buradaki zeytin ağaçlarını sömürecekler biliyor musun? Hatta eminim bunların savaşları daha çetin geçecek!.. Bunlar daha da sinirli. Biz daha fazlaydık bunlardan, velet sürüsü! Türlü türlü oyunlar. Şimdi? Kimse yok.
- Olsun ağbi, ben varım.
- Var mısın? Hassikktir!
Denizin gün içinde kendisine vurulan tokatlardan şikayetçi olduğu dalgalarından belliydi, dalgalar sinir ürünü olmasına rağmen azat ettiriyordu ruhları. Deniz nota taşımayı bıraktı, sahilin diğer tarafına popüler kültürün yozluğunu hissettirecek şarkıları açan adamlar gelince. Zaten az bokmuş gibi şarkılara remix adı altında düzenlemelerle kafa sikmekten öteye gitmeyen bu şarkılar insanın sinirlerini düğümlüyordu.
- Bunlar müzik mi şimdi? diyerek -kapat ulan bu müzik sandığınız gürültüyü! demek için kalktı yerinden.
- Boşver ağbi, gel biraz daha diğer uca doğru ilerleyelim. Hem şurada balık tutan adamı izleriz.
- Boş vakitlerin adamları bu balıkçılar, gelmeyecek şeyi bekliyorlar. Biraz da benziyoruz bir bakıma. Hem bunlar beklemeyi Beckett'ten değil de balıklardan öğrenmişler. Nah gelir balık!
- Ağbi sence senin beklediğin gelir mi?
- Bilmiyorum, biz bekleme fiilini seviyoruz, hem beklemenin sonunda gelen olursa, mutlu oluyorsun, mutluluk bir vazgeçiştir, neden vazgeçmeyi seçelim?
- Hiç anlamıyorum seni. diyerek denize bir taş attı olmayan adam.
- Ben de anlamıyorum zaten, siktir et.
- Hiç Haldun Taner okudun mu? Haldun Taner gün içinde hiçbir şey yapmasa bile, daktilosunu Moda'da ki balkonuna atar, sadece gördüklerini yazarmış ve yazar olmaya hevesli gençlere de günde en az yirmi sayfa yazmalarını öğütlermiş. Mesela bu yazı da böyle bir kaygıyla yazılıyor olabilir, maksat boş kağıt dolsun. Yirmi sayfa da bence abartı. Yazamaz isen böyle kalabiliyorsun. Hem artık -tüket, at çılgınlığı hakim. İnsanlar öyle edebi, ağdalı bir dil beklemiyor yazarından. Ağdalı bir dil kurucam diye zaman öldürmenin de anlamı yok bu durumda. Bazen düşünmeden yapılmalı bir şey, doğaçlama gelişmeli. Fiillerimize düşüncelerden surlar örmenin kimseye bir faydası yok ki bize pansumanı olsun?
-...
Bir balık zıplayarak selam verdi balıkçı ile dalga geçermişçesine, hızlıca teknelerin yanına doğru yüzmeye devam etti. Balıkçı da küfrü ihmal etmedi, sinirlenip kovasını toplamaya başladı.
-Ağbi içecekler bittiyse biz de kalkalım yavaş yavaş, ayrıca -bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir? de ne anlatıyor bu adam?
- Boşver... Ben de öyle yaptım zaten... diyerek vedalaştı olmayan adam ile hiç olmamış adam.
Gün aydınlanmaya başladı, deniz Sabah Türküsü'nü söylemeye başladı da duyacak kimse kalmadı etrafta dubada ikamet eden iki martı dışında.
- Nereden çıktı ağbi?
- Duymuyor musun Ezginin Günlüğü notalarını taşıyor rüzgar ile işbirlikçi dalgalar; Sanıyorum şuan Hakan Yılmaz Aykız'ı söylüyor; Azeri parçası. Ahmet Kaya da söylemiş zamanında.
Çocuklar geçiyor sahilin üzerindeki kaçak kaleleri, yapıları eze eze. Gülüşüyorlar ,yapıların mimarlarının annelerinin sıcakta beynin pişti, baskılarını duymayarak amaçsızca şehirleşme çabalarını hiçe sayarak. Terliğinin kum dolmasından şikayetçi olan belediye tarafından görevlendirilmeyen yıkım ekiplerinin başı terliğini çıkardığı an, ekipten diğer çocuk kapıyor terliği, fırlatıyor denize terliği
- Sana o dondurmayı yere atma demiştim, ödeştik, banane! diyerek koşuyor.
- Orospu çocuğu! diye bağırdı arkasından ama orospu çocuğu oralı olmadı.
- Bunlar biraz daha büyüyünce buradaki zeytin ağaçlarını sömürecekler biliyor musun? Hatta eminim bunların savaşları daha çetin geçecek!.. Bunlar daha da sinirli. Biz daha fazlaydık bunlardan, velet sürüsü! Türlü türlü oyunlar. Şimdi? Kimse yok.
- Olsun ağbi, ben varım.
- Var mısın? Hassikktir!
Denizin gün içinde kendisine vurulan tokatlardan şikayetçi olduğu dalgalarından belliydi, dalgalar sinir ürünü olmasına rağmen azat ettiriyordu ruhları. Deniz nota taşımayı bıraktı, sahilin diğer tarafına popüler kültürün yozluğunu hissettirecek şarkıları açan adamlar gelince. Zaten az bokmuş gibi şarkılara remix adı altında düzenlemelerle kafa sikmekten öteye gitmeyen bu şarkılar insanın sinirlerini düğümlüyordu.
- Bunlar müzik mi şimdi? diyerek -kapat ulan bu müzik sandığınız gürültüyü! demek için kalktı yerinden.
- Boşver ağbi, gel biraz daha diğer uca doğru ilerleyelim. Hem şurada balık tutan adamı izleriz.
- Boş vakitlerin adamları bu balıkçılar, gelmeyecek şeyi bekliyorlar. Biraz da benziyoruz bir bakıma. Hem bunlar beklemeyi Beckett'ten değil de balıklardan öğrenmişler. Nah gelir balık!
- Ağbi sence senin beklediğin gelir mi?
- Bilmiyorum, biz bekleme fiilini seviyoruz, hem beklemenin sonunda gelen olursa, mutlu oluyorsun, mutluluk bir vazgeçiştir, neden vazgeçmeyi seçelim?
- Hiç anlamıyorum seni. diyerek denize bir taş attı olmayan adam.
- Ben de anlamıyorum zaten, siktir et.
- Hiç Haldun Taner okudun mu? Haldun Taner gün içinde hiçbir şey yapmasa bile, daktilosunu Moda'da ki balkonuna atar, sadece gördüklerini yazarmış ve yazar olmaya hevesli gençlere de günde en az yirmi sayfa yazmalarını öğütlermiş. Mesela bu yazı da böyle bir kaygıyla yazılıyor olabilir, maksat boş kağıt dolsun. Yirmi sayfa da bence abartı. Yazamaz isen böyle kalabiliyorsun. Hem artık -tüket, at çılgınlığı hakim. İnsanlar öyle edebi, ağdalı bir dil beklemiyor yazarından. Ağdalı bir dil kurucam diye zaman öldürmenin de anlamı yok bu durumda. Bazen düşünmeden yapılmalı bir şey, doğaçlama gelişmeli. Fiillerimize düşüncelerden surlar örmenin kimseye bir faydası yok ki bize pansumanı olsun?
-...
Bir balık zıplayarak selam verdi balıkçı ile dalga geçermişçesine, hızlıca teknelerin yanına doğru yüzmeye devam etti. Balıkçı da küfrü ihmal etmedi, sinirlenip kovasını toplamaya başladı.
-Ağbi içecekler bittiyse biz de kalkalım yavaş yavaş, ayrıca -bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir? de ne anlatıyor bu adam?
- Boşver... Ben de öyle yaptım zaten... diyerek vedalaştı olmayan adam ile hiç olmamış adam.
Gün aydınlanmaya başladı, deniz Sabah Türküsü'nü söylemeye başladı da duyacak kimse kalmadı etrafta dubada ikamet eden iki martı dışında.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder