Hepimizin vardır; on parmakla klavyeden çatır çatır gelen seslerle motive olup, yazmaya devam etme isteği. Anlattıkların, anlatacakların önemli gibi gelmez sana, yazmayı bırakıp; birkaç başka şeyle uğraşıp devam edersin. Devam ettikçe yazar, kelimelerin boyunu geçer, arkaya şarkılar çalar. Yazarken dinlenebilecek şarkılar var, size yardımcı olacak. İlham perisi denen çalışma şevki.
O şevke tutunup; en iyi olmak için çabalarsınız. İkinciliktense sonunculuk her zaman daha iyidir biz Dostoyevski sever bünyelere göre.
İyi olmak için sürekli beslenmek gerekir. Beslendiğin gıda, senin gelecek yaşamında; hayatını satın alacağın mesleğinle doğrudan alakalı olmak zorunda değildir. Sadece Ogilvy'nin öğretilerini, Sir Hegarty'nin yaratıcılık hakkındaki yazınlarını okuyarak iyi bir reklamcı olamazsınız. İnsanları ancak Haldun Taner, Sait Faik, Dostoyevski okuyarak daha iyi tanırız. Grafik tasarımdaki boşlukların değerini, yalınlığın o muhteşemliğini Çehov okuyarak da özümseyebilirsiniz.
Edebiyatın bireysel gelişime katkısı yadsınamaz bir gerçek. Modern şarkıları ve geleneksel türkülerimizi edebiyatın başarılı örneklerinden saymalı. O notalarla yüklenmiş sözlerin altında ezilmek; sürekli ezilen bünyenizin hoşuna gitmeye başlamıştır. Dara duran bedenler bu acıdan beslenir, büyür. Büyüme, kadınları, hayatı ve ölümü yaşadıkça devam eder. Ölüm sessizliğini bir ağıt böler, sözler notaları deler geçer. Fakat her an ölüm haberi gelecek bir evde asla müzik olmaz, ses olmaz. Telefon sesi beklersiniz. O an sen kendinlesindir. İki ay boyunca, ses olmayan evimizin sessizliğini bir kulaklık yardımıyla bozduğumuz günler yakın, o duygular uzak. Doğu Türküleri.
Ezginin Günlüğü'nün günlüğümüzde yeri ayrı, üç albümü bizim gecemiz. Gecemiz bizim kendimize zaman ayırabildiğimiz, özgürlüğümüz. Bu yüzdendir ki iki ayın sonunda sarıldığımız tek ses Hakan Yılmaz'ın vokali. Ezginin Günlüğü dendiğinde akla değil, yüreğe düşen ilk isim onunki. Günlüğün o hüzünlü notalarıyla birleşen biraz davudi, biraz boğuk fakat fazlasıyla hüzünlü bir kadife ses yaşamımızın her döneminde bizimleydi. Hakan Yılmaz'ın grupla yollarının ayrılışı ile vokali yüklenen Emin İgüs gerçek Ezginin Günlüğü sesini bir şekilde korumaya çalışsa da onun da ayrılışıyla grup farklı bir yola girdi, kıymetlimiz olarak kaldı.
Yıllar yılı Hakan Yılmaz'dan bir ses bekledik, beklediğimiz ses onun ve günlüğün sesiydi. Yılmaz'ın aynı zamanda akademik bir kariyeri olduğundan -bilmiyorum, belki de ondan çekip gitti bunca yıl hayatımızdan- verdiği derslerle ilgili notlarının da yer aldığı bloguna bir gün bir albüm haberi müjdeledi. Hüzünle yatıp kalkarken Ezginin Günlüğü bize eşlik ettiğinden bu habere ben ve bizim hüznümüz çok sevindi, e-posta yazma fikri gelişti. Hiçbir cevap beklemeden. Elli kere okudum yazdığım metni, içten bir mesaj yazmak en büyük isteğimizdi. Reklamcı olacağımızdan; yazın hayatımızı kendi sesleri ve arkadaşlarının notaları ile beslediğimizden bahsettik. Bu albüm bizim için çok önemliydi. Grafik temelli bir bölüm okuduğumdan; hiçbir çıkar beklemeden albüm tasarımını yapmak istedim. Çünkü bizi dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplar büyüttü.
Sen Yoktun, yıllardan sonra satın aldığım tek albümdü, beklediğim müzik döndü diye sevinirken; o müzik fazlasıyla değişmişti. Doğu ezgileri yerini batıya bırakmıştı. Hakan Yılmaz vokal tekniğini de değiştirmiş gibi geldi bize. Belki bize öyle geliyordur, müzik konusunda size akademik bir dille yazamayacak kadar sağırım. Sen Yoktun bizim için Hakan Yılmaz'ın müziğine yeni bir girişti. Sözlerin şairaneliği harikulade, Sen Yoktun haricindeki şarkılarda o aradığımız hüznü bulamamıştık. Fakat albümü dinleye dinleye sindirdik, adeta eskittik. Sabah üniversite yollarını aşındırırken, toplu taşımanın zorluğuna Sen Yoktun albümü ile katlandık bir sene boyunca. Yol Bitti, Al Götür Bizi ve Yok Bu Şehirde bize hep bir gitmeyi aşıladı, her zaman gidilen taraf olmanın verdiği ezik büzük fikrimize. Albüm tam bir yol albümüydü, uzun bir yolda birden fazla kez dinlenilmesi gereken bir albüm. Belki de Hakan Yılmaz bu değişimi bu yol şarkıları ile bize anlatmak istemişti, bilmiyorum.
Kiminle yalnız kaldıysam, konu türkülerden açıldığında hep Hakan Yılmaz'ın ve Ezginin Günlüğü'nün şaheseri Doğu Türküleri albümünden bahsettim, oradan türküler dinlettim. Ben Hakan Yılmaz'dan güzel Dağlarda Kar Sesi var yorumuna rastlamadım, o türküyle hiç gitmediğim Şavşat'a aşık oldum. Gidesimiz geliyor her dinleyişimizde, bizim hep gidesimiz var da yolların buna niyeti hiç yok. Yeni yerleri öğrenme; yeni duyguları yaşamak için hep Hakan Hoca'dan bir türkü albümü haberi bekledik. Hakan Yılmaz'ın yeni albüm haberini çok geç aldım, Usta Türkülerle Yeniden deyip; girmişti müzik dostu Kadir Şan Tarhan ile birlikte yine kayda, yepyeni türküler dinlemenin heyecanı bıraktı bize, beklemenin de dayanılmaz yoruculuğunu.
Türkülerin kültürümüzde yeri ayrı. Biz iyi insan olmaya çabalarken; aklımızda hep bir türkü, kişisel gelişimimizde yeri ayrıdır bu duygu yazıtlarının. Her ne kadar çok farklı bir müzik zevkimiz olsa da türküler yalnızlığınızın sarıldığı tek şey, kendi ezgilerimiz. Türkülerle Yeniden, daha önce Ezginin Günlüğü ile birlikte seslendirdiği yedi türkünün yeni bir düzenle seslendirilmesinden, üç tane de ilk kez yorumlanan türküden oluşuyor. Doğu Türküleri'nin o sevdiğimiz 'kavuşamamadan kaynaklı hüznü' bu albümde yok, Hakan Yılmaz'ın vokalinde sevdiğimiz o eski hüzün yok. Kirlilik yok. Kayıtta kullanılan tekniklerle birlikte türküler daha durulaşmış, vurmalı çalgıların yoğunluğu çok güzel bir atmosfer katmış. Türkülerimiz de modernize olmuş, her bir yorum birbirinden kıymetli. Kültürünü hiç bilmesek de Alevi deyişlerinin beni fazlasıyla etkilediğini söyleyebilirim. Hazreti Şahın Avazı türküsünün bu denli güzel yorumunu daha önce hiç dinlememiştim, o kadar çok yakışmış ki Hoca'nın sesine..
Azerbaycan ezgilerini Hakan Yılmaz'dan dinlemenin keyfi başka, Dut Ağacı eskisi kadar duygu yüklenmemişti derken; Hakan Hoca türkünün ağıt kısmında bizi kolumuzdan çekerek Doğu Türküleri yorumuna geri götürüyor, bizi orada bıraksa kalırız istediğimiz kadar. Tıpkı Gule'de bir zamanlar çok sevdiğimiz kadının ilk ve son kez dizimizde yatıp film izlediği günlere bizi götürdüğü gibi. Müziği bu yüzden de çok seviyoruz; hiç biletsiz çok yerleri dolaştırabiliyor. Trenlere kaçak binen yolcu heyecanıyla. Dinlediğiniz anda, sizi en sevdiğiniz yere götürüyor; orada kalmak için bir kez daha dinliyorsunuz, bir kez daha. Sonra da bir bakmışsınız ki orada kalıyorsunuz, kalmışsınız. Herkes gitmiş, siz oradasınız.
Le Hanım, babamın da gitmeye çalıştığı uzun süreli bir yolculukta, vazgeçtiği; bilincinin açıldığını öğrendiğimiz vakit; gece dinlediğim ilk türküydü, sessiz sessiz yaşlar dökmüştüm o türkü ile ayın aydınlattığı yastığa, mutluluk gözyaşı, üzerine de bizi her daim garip bir buruk sevince gark eden Dağlarda Kar Sesi var. O yüzden Le Hanım'ın bu albümündeki yorumu benim için ayrı önemliydi, Le Hanım duymak istediğim gibi başlıyor; gelenekselleşen haliyle, devam ediyordu.
Türkülerle Yine Yeniden albümünü iple çekiyoruz. Bir de Sabah Türküsü albümünün o eşsiz atmosferini yeni şarkılarda yaşayacağımız bir şarkı albümünü. Hayattaki en büyük dileği sağlığın yanında Ezginin Günlüğü'nün o efsanevi kadrosunu tekrar bir arada görmek isteyen bir kişiyi kim neden üzsün? Umarım Hoca da üzmez, bizi çıkardığı o yol şarkıları ile eskiye döner, eskiler bizim yaşanmışlıklarımız, bizi büyüten, bizi yazdıran şeyler.